Haber Girişi : 03 Aralık 2013 11:37

Böyle babalar da var...

Böyle babalar da var...

Bir öğrencinin halet-i ruhiyesi nasıl olur bilirsiniz; hele de günlerden tatil günü ise… Sokakta top peşinde koşmak varken, ya da arkadaşlarla eğlenmek dururken dershaneye gitmek...  

O yaştaki bir çocuk için hiç de sevimli bir durum değildir. Fakat neylersiniz ki, öve öve yere göğe sığdıramadığımız bu eğitim sistemi yüzünden, ne aileler huzur içinde, ne de o körpe bedenler çocukluklarını, gençliklerini yaşayabiliyorlar. Acımasız bir rekabet, ölümüne bir yarış!

Çocuklarımızın rüyalarını rengarenk oyuncaklar yerine, soğuk ve itici sınav salonları, denemeler ve de kodlamalar kuşatıyor.

Sonra da hep birlikte söylenip duruyoruz:

"Yahu bu çocuk niye böyle asosyal biri olup çıktı?"

Başka ne olacaktı ki efendim!

Sizin "bu çocuk" dediğiniz o çocuk; çocukluğunu, gençliğini yaşadı mı acaba?

Sizin "bu çocuk" dediğiniz yani öz be öz evladınız, daha konuşmaya çıkmadan o kurs senin bu dershane benim diye sürüklenip durmadı mı?

Daha "anne-baba" demeden önce İngilizce öğretmeye kalkmadık mı?

Siz dua edin ki "bu çocuk" sadece asosyal kaldı; daha başka şeyler de olabilirdi...

Oluyorlar da nitekim.

Bir zamanlar üniversite okumuş olmanın "büyük marifet" sayıldığı günler çok gerilerde kaldı.

Şimdi ilk mektebin ilk sınıfında başlıyor, hiç de adil olmayan bu rekabet...

Arap atları bile bu kadarını kaldıramaz.

Bu girizgâhı anlatacağım şu olay için yaptım. Çünkü olayın kahramanı çocuğu bu girizgah çerçevesinde görürseniz hem onu daha iyi anlarsınız, hem de empati kurmamız kolaylaşır.

Son ders zilinin çalmasıyla, dershanenin boşalması bir oldu. Kimisi montunu, paltosunu bile giyinmeden palas pandıras kendini dışarı atmıştı. Bazıları aceleyle cep telefonuyla bağıra bağıra konuşurken, içlerinden bir kaçı da ne yazık ki pırıl pırıl ciğerlerini sigara dumanıyla karartmak için acele ediyordu.

O çocuklardan biri de sakin bir yapıda görünmesine rağmen, dershanenin önündeki kaldırımdan yürürken aniden elindeki boş meşrubat şişesini şaaak diye yere yapıştırdı.

Hep birlikte gülüştüler...

Kim bilir cam şişenin yere çarpmasıyla çıkan ses, o çocuklar için nasıl heyecan vericiydi.

Orada bulunan orta yaşlı bir taksici, çocuğu kibar ve sevecen bir üslupla ikaz etti:

-Delikanlı bu yaptığın hiç de doğru bir davranış değildir. O kırılan şişe buradan gelip geçenleri yaralayabilir, ayrıca çevre kirliliğine yol açıyorsun.

O manzarayı biz yaştakiler yorumlamaya kalktığında şunları söyler:

Çocuk büyük bir mahcubiyet hissine kapılacak ve taksici amcadan özür dileyecek; hatta kabahatini telafi adına da hemen kırılan cam parçalarını toplayıp çöp kutusuna atacak.

Hayır böyle olmadı...

O çocuk, taksici amcasına kafa tuttu. Üstelik de kendinden son derece emindi:

-Sen benim kim olduğumu galiba bilmiyorsun. Kaldı ki sana ne, sen buranın sahibi misin?

Taksici doğru olanı yaptı; çocukla didişmeye girmek yerine; "Peki" dedi. "Sen var yoluna git delikanlı ben bu cam kırıklarını temizlerim."

Taksicinin o anda ne düşündüğünü bilmiyorum; belki çocuğun "kim olduğumu galiba bilmiyorsun" sözünden çekinmiş de olabilir, belki de o yaştaki bir çocukla dil dalaşına girmeyi uygun bulmamış da olabilir. Fakat kesin olan şuydu ki, taksici son derece olgun, müşfik ve bilge bir portre sunuyordu.

Çocuk güle oynaya arkadaşlarıyla uzaklaşıp gitti. Taksici duraktan aldığı süpürge ile kaldırıma saçılan cam kırıklarını toplayıp, az ilerideki çöp bidonuna attı.

Olup bitenleri mesele etmemişti.

Ertesi gün olmuştu. Taksici amca durakta yolcu beklerken son derece düzgün konuşan kibar bir adam geldi taksi durağına...

Selam sabah faslından sonra, "Dün" dedi. "Benim delikanlı şuradaki dershaneden çıkıp yolda yürürken elindeki meşrubat şişesini kaldırıma atmış ve buradan bir taksici arkadaş onu ikaz etmiş."

Şoförler birbirinin yüzüne bakıp dururken, taksici amca aranılan kişinin kendisi olduğunu anlamıştı.

Belli etmese de tedirgindi. Demek ki, dün ikaz ettiğim çocuk bu beyefendinin oğlu ve bu beyefendi de belli ki makam mevki sahibi biri diye düşündü.

Çocuk olup bitenleri doğru anlatmış olsa, bu kibar adamın olayı sorun etmesi mümkün değil gibi görünüyordu.

Taksici amca ayağa kalktı; "Ben ikaz etmiştim" dedi.

O kibar adam, tebessümle yüzüne baktı taksicinin ve elini sevgiyle sıktı.

Taksici amca rahatlamıştı.

Adam devam etti:

"Size çok teşekkür ediyorum. Oğluma çok güzel bir ders vermişsiniz kendisi bana her şeyi anlattı  ama utandığı için hatasını telafi edememiş. Siz doğru olanı yaptınız. Ben de size teşekkür etmek için gelmiştim."

Kibar adam, buyur edildi ve kendisine çay ikram edildi.

Adam izin isteyip, oradan ayrıldı.

Taksiciler merak etmişti kim bu beyefendi diye...

Çok geçmeden mesele anlaşıldı:

O beyefendi, albay rütbesindeki bir askerdi.

Hem de nüfuz ve makam sahibi bir albay...

Yani elindeki meşrubat şişesini kaldırıma vurup parçalayan o çocuğun babası...

Hikâyenin bu noktasında herkes mümkün ki babayı alkışlamıştır. Ben ise, olup bitenlere yalan ve yanlış katmadan babasına aktaran o asi genci alkışladım.

Asi ama dürüst...

Şöyle de diyebilirdi:

"Baba o taksici bana hakaret etti"

Hayır...

Çocuk, taksici amca ile arasındaki diyalogu çarpıtmadan nakletmiş ve babası da o taksiciyi kutlamak için durağa gelmişti.

Çevremizi kuşatan bu kadar kir ve pislik içinde nadirattan da olsa böyle güzel sahneler de vücuda geliyor. Ben de hiç olmasa bu güzel enstantaneyi herkes bilsin diye sizinle paylaştım.

Bu olay Erzurum’da yaşandı…