Yepyeni manzaralara, coşkulu duygulara, sevinçli ruh iklimlerine açılan bir deryadır Boğaziçi…
Yazarların ve Şairlerin deyimleriyle bir ‘’ışık operası’’ dır adeta. Su, ışıkla esrarlı bir oyun içindedir her daim. Küçük ve güzel camileri, mescitleri, görkemli yalıları, iskele kahvehaneleri , vapurları, masmavi sularda kavisler çizen balıkçı tekneleri ,evliyaları, şehitleri ile huzurun, hazzın ve hayallerin alemidir Boğaziçi…
Tek kelime ile Boğaziçi, sahneleri günün her anında yinelenen ve genelde tekrarlanmayan, canlı, hareketli ve rengarenk bir tablodur.
Ve bu tabloyu değerli kılan yüce değerler vardır şüphesiz.
…
İstanbul kadar zengin bir maneviyat şehrinde yaşamak elbette büyük bir nasip; ancak bu imkânı değerlendiremiyor, yani başımızın ucundaki değerleri ‘’nasıl olsa burada’’ diye düşünerek gözden kaçırıyoruz. Her gün yürüdüğümüz yollarda , araçla bir yerden bir yere ulaşırken geçtiğimiz sokaklarda, bir duvarın arkasındaki ahşap bir caminin, bir mübârek zatın türbesinin sunduğu hakikatlerle dolu menkıbelerine kulak kabartmayı ihmal ediyoruz.
Oysa bütün gayeleri Allah-ü Tealâ’nın rızasını kazanmak ve insanları gafletten uyandırmak için gayret sarf etmiş bu veliler, her daim ziyaretçilerine kapılarını açık tutarak bizlere muhteşem bir tablo sunuyorlar.
İşte bu canı cana katan tablonun içerisine girmek, kendimizi ona açmak ve asırlardır gönül köşklerinde taht kuran tasavvuf büyüklerini ziyaret için gelin kısa bir yolculuğa çıkalım. Hayal gücümüzle ve inancımızla onların gerçeğine varmaya çalışalım. Kâh insan olup masumca onların kenarında yürüyelim, kâh kuş olup onları edeplice yükseklerden nazar edelim ve himmete muhtaç bir eda ile yanlarına sokulalım.
***
O, kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen âlim ve evliyânın en meşhurlarından Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebesi olarak şereflenmişti.
Talebelik yıllarında verilen her vazifeyi anında yapar, nefsinin hiçbir arzusunu yerine getirmezdi.
Tek arzusu hocası Mevlânâ Halid-i Bağdâdî hazretlerinden hiç ayrılmamak, onun kalplere şifa olan kıymetli sohbetlerini dinlemek, verdiği vazifeyi canı pahasına da olsa yerine getirmekti. Dertlere, sıkıntılara, meşakkatlere çok dayanıklılık gösterir; gelen sıkıntıları tebessümle karşılar, verenin Allah-ü Teâlâ olduğunu düşünerek sevinirdi.
Hatta , dert ve sıkıntı gelmediği zaman ‘’Rabbimin husûsi ihsanına kavuşamadım’’ diyerek üzülürdü.
Genç yaşta tefsir, hadis ve bilhassa fıkıh ilminde de mütehassıs bir âlim olan bu mübârek zat, tasavvuf adı verilen ve Resulullah efendimizin mübârek kalbinden çıkıp evliyânın kalplerine gelen manevi bilgilere de sahip oldu.
Bütün bu ilim ve hassasiyeti kendisine sunan efendisi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin ilminin derinliği, evliyalığının üstünlüğü, dünyanın her tarafına yayılmıştı. Her yerden akın akın talebeler, onun ilminin bir damlasına kavuşmak için geliyordu. Hatta, İstanbul’dan da birçok kimse, Bağdat’a gidip, onun talebesi olmakla ahret derecelerini yükseltmek istiyorlardı. Bu ilim arzusunda olanların hepsinin Bağdat’a gelmelerinin mümkün olamayacağını gören Mevlânâ Hâlid hazretleri, Hak âşıklarının yanan ruhlarını serinletmek için O’nu İstanbul’a göndererek, seadet-i ebediyye’yi sunmakla görevlendirdi.
O, ömrünü Rabbine ve onun dinine adamış ve bütün âlimlerin, evliyâların sözbirliği ile Eyüp’te metfun bulunan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyüb el- Ensari ve diğer Sahabe-i kiram (radıyallahü anhüm) hariç, İstanbul’un en yüksek üç velisinden biri olan kabul edilen Abdülfettâh-ı Akrî hazretleriydi.
Abdülfettah-ı Bağdadî Akrî Hazretlerinin son seneleri , otuz dokuz yıl önce vefat eden hocası Mevlânâ Halid-i Bağdadi’ye kavuşma arzusu ile geçmiş ve Hicri 1281 senesinde Yüce Rabbine ve ahretteki sevdiklerine kavuşmuştu.
Kabr-i şerifi Üsküdar’da , Boğaziçinin tepelerinde, Valide-i Atik camisinden Karacaahmet mezarlığına çıkan yol ile Selimiye Bağlarbaşı caddesinin kesiştiği köşedeki Kartal Baba hazretleri camisinin karşısındaki Şeyhülislam Arif Hikmet Beyin kabristanlığındadır.
***
Ve aşıkları onun feyz ve nur saçan mübarek kabr-i şerifini ziyaret ederek bir sonraki duraklarının da diğer iki büyük veli olan Edirnekapı-Eyüp arasındaki Murâd-ı Münzâvi ve Zerek’teki Mehmet Emin Tokâdi hazretlerinin kabirleri olduklarını biliyorlardı.
Ve özlemle, yepyeni manzaralara, coşkulu duygulara ve huzur iklimi sunan Boğaziçi’ne doğru yelken açacaklardı.
Abdurrahman KARAL