Güncel politikanın keşmekeşinde kaybolmak, cari işlere saplanmak; sakıncalarından birini, kişinin fikirsel dünyasında meşgul olması gereken daha önemli hususların irdelenmesine fırsat
bırakmamak olarak gösterir.
İfade etmeye çalıştıklarımı bir örnek ile somutlaştırayım: Seçimin üzerinden bir haftadan
uzun bir süre geçmişken itirazların ve oy sayımlarının sürüyor olması, YSKnın hangi itirazları ne gerekçelerle kabul ettiği yahut reddettiği tartışmaya değer konular değildir denemez. Ancak Türkiye Cumhuriyeti nin yalnızca siyasal değil tarihi, kültürel değişimleri, ihtiyaçları da göz ardı edilmemelidir.
Bu haftaki yazıda işte geniş anlamda kültürün içinde değerlendirebileceğimiz bu değerlerden
dil unsuru üzerine eğilmekte fayda görüyorum. Dilin en temel iletişim unsuru olarak bireylerin hayatındaki önemini bu yazı açısından şimdilik bir kenara bırakalım. Dil olgusuna, bir toplumdaki siyasal kültür, travmalar, ortak sevinçler, düşünsel melekeler açısından bir turnusol
kâğıdı olarak yaklaşalım. Bir diğer ifadeyle; dili, bilindik ifadesi ile toplumlarla birlikte
yaşayan, onlarla birlikte değişen, kimi zaman yapay müdahalelere maruz kalan bir enstitü olarak görelim.
Hali hazırda ülkemizin neresine gidersek gidelim anlaşılacağımızı bildiğimiz, bize ait olan, kimliklerimizle bütünleşmiş bir dilimiz varken yukarıda dile biçtiğim roller üzerinde
düşünmeye pek de gerek görmediğimiz acı bir tablo çiziyor. Ancak sözgelimi,Türk olmayan
bir kişi ile dil üzerinde konuştuğunuzda, Türkçe konuşabilmenin, içeriğini, gramerini, kurallarını sizin tarihsel gelişiminizle bağdaştırabildiğiniz bir dile sahip olmanın ne kadar da kendinizi şanslı hissetmeniz gereken bir konu olduğunu göreceksiniz.
Örneği biraz daha daraltayım: Herhangi bir ülkünün ışıkları altında gösteri amacı
gütmeksizin Türkçe kavramların sayısını artırmaya ve Türkçeyi akademik çalışmalarda
etkili bir şekilde kullanmaya vurgu yapan hocaların yahut siyaset dışı aktörlerin haklılıklarını;
özellikle de bir süre sömürge olmuş ülkelerdeki insanlarla dil üzerinde bir sohbette bulunarak fark etmek mümkün.
Sözgelimi, Pakistanda iyi eğitim görmüş ailelerin entelektüelliklerinin bir ispatı olarak
çocuklarına artık Pakistanın resmi dillerinden olan Urducayı öğretmediklerini öğrenmek,
millet bilincindeki kültürel erozyonun sakıncalarını görmek adına bir başlangıç noktası oluşturuyor.
Öte taraftan, bir Pakistanlının iyi eğitim görmek isteyen ortalama bir Pakistanlıya çizilen
yolu takip ettiği takdirde anadilinde günlük diyalogların ötesine geçmekte yetersiz
kalacağını dinlemek, dilin bir toplumun zihinsel gelişmişliği üzerinde nasıl da etkili
olabileceğini gösteren çarpıcı olan bir diğer örneği teşkil ediyor. Öyle ki bugün tıp bilimine
dair her şeyi İngilizce öğrenen Pakistanlı bir doktorun hastası ile diyalog kurabileceği ortak bir dilin kalmamış olduğunu söylemek abartı olmamış oluyor. Bu örneklerle amaç, Pakistanın dil bilincine saldırmak yahut Pakistan adına küçük düşürücü bir tablo oluşturmak değildir.
Hâlâ pozitif bilimlerden spora, sanattan hukuka çeşitli dillerden etkilenmiş, sözcükler almış olmakla birlikte Türkçe diyebileceğimiz bir dille konuşabiliyor, yazabiliyor, akademik çalışma ortaya koyabiliyor isek bunun kıymetini bilmeye çağırmak, bu örneklerin
ve bu yazının yegâne amacıdır.
Lakin burada kıymet bilmek ile ifade etmeye çalışılan yasa sözcüğü varken kanun sözcüğü kullanılmasına karşı olmak, yapay bir müdahale ile Öz Türkçe çalışmaları yapılmaya çalışırken dildeki zenginlikleri öldürmek değildir. Türkçe, Doğusundan ve Batısından ithal ettiği daha sonra kendi dilinin içerisine yedirdiği kavramlarla bir bütündür.
Nitekim çok isabetli bir ifadeyle de belirtildiği üzere; insan ancak zihnindeki kavram
sayısı kadar düşünebilmektedir. Bu nedenle kökenleri farklı, ilk bakışta eş anlamlı gibi
gözükse de kullanım alanları birbirlerinin yerine geçemeyecek bu sözcükler Türkçe
konuşan insanların zengin düşünce dünyalarının bir sembolüdür. İşte dil bilincinin bu can alıcı noktaları nedeni ile Atatürk, işgalcilere karşı savaş verirken geometri ile ilgili Türkçe kavramlar üzerinde kafa yormuş, Türk Dil Kurumu'nu yeni teşkilatlanmanın gözdelerinden biri haline getirmiştir. Bu noktadan sonra bize düşen çok sayıda yabancı lisana hâkim olabilme çabasının yanında Türkçeye emek vermek ve bir anadil-ortak dil bilincinden uzaklaşmamaktır.