Bir milletin, eğitim sisteminin milli olmaması ne anlama gelir ve neleri doğurur. Geniş bir perspektiften bu konuyu inceleyelim:
19 ve 20. Yüzyıllarda Avrupa ideolojisi diğer dünya görüşlerinin ve medeniyetlerin üzerini örttü ve unutturdu. Bu alanlarda kendi hakimiyetini ilan etti ve bunu da herkese kabul ettirdi. Böylece bütün dünyada artık dünya görüşü ve medeniyetler teke indirgendi, adı da modernite oldu. Pek çok sorunu içinde barındıran modernite, aslında insanlığı tekdüzeliğe, alternatifsizliğe, kontrolsüzlüğe ve her türlü yolsuzluk, sömürü ve insafsızlığa mahkûm etti.
İnsanlığı tekdüzeliğe ve alternatifsizliğe mahkûm eden modernite (tek dişi kalmış canavar), kendi dünya görüşüne göre bir eğitim sistemi oluşturup, iki asırdan beri elde ettiği bilimsel, ekonomik, siyasal ve teknolojik üstünlüğü de kullanarak bütün ülkelere uygulattı. Bugün yer yüzündeki bütün ülkelerin eğitim sistemlerinin temelinde Batı’lı dünya görüşü; ondan üretilmiş olan eğitim felsefesi, insan felsefesi ve bilim felsefesi hâkimdir. Dolayısıyla hiçbir ülkenin eğitim sistemi milli ve yerli değil, hepsi Batı’nın güdümündedir.
Eğitim bilimleri açısından geçerli olan, evrensel bir kural vardır. Başka milletlerin dünya görüşünün ve ondan üretilen eğitim sistemlerinin hâkim olduğu ülkelerde; ‘Yerli’ ve Milli bir eğitimden’ söz edilemez. Aksine o ülkenin eğitim sistemi kendisine yabancı, başkasına yani nereden alınmışsa o ülkeye yakın ya da dost olur. O ülkenin eğitim sisteminde özgür ve objektif bilimin değil, hâkim olan ülkenin dünya görüşünün eğitimi ön planda olur. O eğitim sisteminin uygulandığı ülkenin çocuklarının, gençlerinin ve bütün insanlarının da oraya hâkim olan eğitim sisteminin bağlı olduğu dünya görüşüne göre yetiştirilmesi esas alınır.
O eğitim sisteminde, hâkim dünya görüşünün bütün eksiklik, yanlışlık ve çirkinlikleri örtülür, gizlenir. Aksine onunla ile ilgili olan her şey güzel, mükemmel, çağdaşlık, medenilik ve ilerilik; onun dışındakilerin, özellikle de yerli ve milli olan her şeyin gericilik, çağdışılık ve yobazlık olduğu öğretilir. Böylece ak’lar kara, kara’lar ak olarak her şey ters yüz edilmiş olur.
O eğitim sisteminde, akademik hayat bilim üretmez. O eğitim sistemine hâkim olan dünya görüşünün uygun gördüğü, paketlenmiş hazır bilim/bilgiler üniversitelerde okuturlar. O bilim dalları da sekülerizm ve materyalizme göre oluşturulduklarından maneviyat adına ne varsa inkar ederler. O ülkenin eğitim sisteminde yetişen çocuk ve gençler, yerli ve milli değil, hakim olan dünya görüşüne göre yetişir, gayr-i milli olurlar. Onlar da kendi milletinin inancından tarihinden ve kültüründen koparılmış olarak okulları okurlar. Hatta belli bir süre içerisinde mankurtlaşarak başkalaşırlar, kendi toplumlarından ve ülkelerinden zihinsel olarak koparlar; hakim olan zihniyetin insanı, o ülkenin vatandaşı olmak isterler ya da olurlar.
O eğitim sistemi devam ettiği müddetçe, millet, uzun süre aynı çizgide varlığını sürdüremez; kıvançta, tasada, sevgide-saygıda ve diğer pek çok konuda ayrılıklar öne çıkar ve giderek bu ayrılıklar derinleşir. Zamanla bu durumun, bu dünyada artık doğal olduğu kabul edilir. Başka alternatif dünya görüşü, medeniyet ve eğitim sistemi akla gelmez, gelemez. Yeni bir dünya görüşü ve yeni bir eğitim sistemi önerenler de ‘herkes tarafından’ susturulur.
O ülkede taklitçilik esas olur. Taklit ise, insanları kitleleştirir, kitle psikolojisi insanların zeka düzeyini düşürür, hatta akıl düzeyinden içgüdü düzeyine indirir. Taklitçilik, aşağılık kompleksiyle başlar ondan beslenir, hür düşünceyi ve iradeyi boğar. Taklitçilikle özgüven, orijinal olma, özgürlük, değişimi planlama, vizyon sahibi olma, öz-yeterlik duygusuna sahip, yenilikçi-üretken ve İnovasyon odaklı olma arasında ters orantı vardır. Taklitçilik varsa bu sayılanlar, bu sayılanlar varsa taklitçilik olmaz.
Kısaca o ülkede siyaset, ekonomi, bilim, teknoloji, örf-adet, gelenek, giyim kuşam, yeme içme, cinsellik, aile, toplumsal yapı, sanat-edebiyat, mimari, sosyal medya, sinema, televizyon, roman, hikâye, şiir, denemeler, bir bütün halinde hayat, ülkenin kendisinin aleyhine işlemeye başlar. Kişilik ve kimlikler ezilir, tam sömürülmeğe hazır hale gelmiş olur.
Bu arada ülkede gelişme-ilerleme ve kalkınma olmaz. Aksine ülke her alanda dışarıya özellikle de eğitim sistemine hakim olan ülkeye muhtaç halde tutulur ve ona ümit bağlanır. O efendi, hatta kendisi sömürgeci olduğu halde, ülkeyi sömürgecilerden kurtaran olarak gösterilir. Ülke ona muhtaç olarak tutulur ki, emirleri de ondan alsın. Bu arada birçok şey de sömürülmüş ve elden kaçırılmış olur, toplum onun farkında dahi olmaz, olamaz. Çünkü o eğitim sisteminin oraya yerleştirilmesinden önce, o ülkede iktidar yapılmış olan ‘besleme yöneticiler’, onu göstermemek ya da başka türlü göstermek için gerekli tedbirleri almış olurlar.
İşte bir ülkede eğitimin Milli olmamasının doğurduğu kimi sonuçlar bunlardır. Bu durum aslında Allah korusun, bir ülkenin sona doğru gidişinin hızlandığı durumdur.
Bunun önüne geçebilmenin tek bir yolu; Milli Güçlerin ülkede siyasal gücü ele alıp devamını sağlayarak çok ciddi, uzun ve zorlu bir çalışma ile eğitimi MİLLİ hale getirmektir.
İktidat partisinde milletvekilliği yapıp hiçbirşey yapamamış birisinin bişeyler anlatması akıl vermesi ağlaması çok komik. Bu zat milletvekili olmadı mı? madem o kadar biliyordun niye yapmadın? Veya ne yaptın? Memleketinde çakılı çivin yok. O yüzden yazdıklarında sende yok hükmündesin.