Gazi İlk Okulunda okumuştum. 70'li yıllar. Bazı teneffüslerde, evleri okulla sırt sırta olan sınıf arkadaşım Şehmuz ile onlara giderdim. Her gittiğimizde dedesini pencere kenarındaki sekide bağdaş kurup oturmuş halde görürdüm. Başında kalpağı, elinde uzunca tespihi ve önünde de çayı. Uzunca sakalını sıvazladığı elini öpmemiz için bize doğru uzatırken, okulda ne yaptığımızı sorar ve daha cevabını beklemeden de başlardı, Savaştığı Sakarya Muharebesini anlatmaya. Dinlerdik "Masal gibi"!
Okulda Ermeni mezalimini birebir yaşamış Gülü Bacı vardı. O konuşmazdı ama bakışlarıyla anlattıklarını çocuk aklımızla dinlerdik "Masal gibi"!
Okul çıkışı hemen karşıdaki sağlık ocağının önünde mavi renkli ahşap, konik yapılı kulübeye giderdik. İncik boncuk satan? Çavuş Eminin kulübesi? O gün harçlıktan kalan son kuruşları, "son kuruşuna kadar" orada harcardık. Leblebi mi desen, yoksa gofret mi! Ya da sarı şeker, avuç avuç?
Daim müşterileri ziyadesiyle okulun çocuklarıydı. Çocukların ortak adı da, "Çavuşum"! Bizde onun adını koymuştuk; "Çavuş Emmi"?
Kurtuluş savaşında yaralanmış bir gaziydi. İki ara bir derede kesin bir kısa muharebe hatırasını anlatırdı. Anlatırken de birilerinin ona; "Yahu sen ne yaman çavuşsun bre!" dediği övgü dolu yaşanmışlıklarını dinlerdik ""Masal gibi""!
Rahmetli Dedem de Rus ve Ermeni işgalini görmüş biriydi. Yetmişli yılların ortasında, 134 yaşında vefat ettiği zamana kadar bize o günleri anlatır dururdu. Yatağının kenarına başımızı yaslar ve dinlerdik "bir masal gibi"!
Liseli yıllardı? Nazik Çarşıda arkadaşlarla gidip oturduğumuz bir çay ocağı vardı. Her seferde ya sağ ya da sol masada oturan bir İstiklal savaş gazisi olurdu muhakkak. İster istemez kulak misafiri olur, o savaş yıllarını dinlerdik "bir masal gibi""!
Sonra ev gezmeleri olurdu büyüklerle. Birinde yoksa kesin ötekinde bir İstiklal Savaş Gazisi olurdu muhakkak. Birileri kesin sorardı o günleri. Başlardı anlatmaya gazi: Ve bizler de dinlerdik "bir masal gibi!
Hepsinin isimleri başkaydı. Boyları ve işleri de. Başlarındaki kalpağı saymazsak, kılık kıyafetleri de. Ama hepsinin ortak bir tarafı vardı; gözleri!(?)
Şimdi peygamber ocağından çok, ana kucağından çıkıp geldiği sivilde askerlik hatıralarını anlatırken, göğsünü ileri çıkarıp, gözünün birini hafifçe kıstıktan sonra dudak kenarıyla böbürlene böbürlene anlatılan cinsinden değildi. Öyle bakmazdı gözler.
Hepsi hatıralarının birçok yerinde, yüreklerinin en derinlerinden bu günler için Cenabı-ı Allah'a şükrederken, kahramanlıklarını asla ön plana çıkarmadan, mütevazılıkla anlatırdı. Anlatırken de gözler; aynen Rahmetli Gülü Bacının gözleri gibi acı ve kederle büzülürdü. Gözler ya yere bakardı ya da boşlukta bir noktaya. İşte o noktada gördüklerini anlatırdı o gaziler.
Bunlar aklıma şu an gelenler. Daha nice yadıma düşmeyen gazi gördüm. Şimdi ki aklımla ahlar çektiğim! Nede olsa o zamanlar çocuktum. Son zamanlarda ise gençliğe geçiş dönemleri. Çok da önemini kavrayamadığım hatıralar.
Sonra büyüdük(!) Uyutularak uyuyarak büyüdük!
"Uyusun da büyüsün ninni?"
Bu cennet vatanın nasıl bir iman gücüyle, birlik ruhuyla, hangi şatlarda düşmanın elinden alındığını unuttuk değil mi? Bitti masal! Uyan artık!
Türk, Kürt, Arap, Çerkez demeden! Sünni, alevi hesabı yapmadan. Sağcı solcu, liberal, dinci, dinsiz ayrımı olmadan. Bizden olan ya da olmayan basitliğine düşmeden, tek vatan, tek yürek! El ele omuz omuza!