Beşinci akşamdan itibaren görülmesi gereken mübarek yerlerin ziyaretini yapıyoruz.
İlk olarak Peygamber Efendimizin Doğduğu söylenen fakat kesinliği tartışılan eve gidiyoruz.
PEYGAMBERİMİZİN DOĞDUĞU EV: Peygamberimiz s.a.v. 571 yılı Nisan ayının 20 sinde Pazartesi sabahı bu evde dünyayı teşrif etmişti. Bugün Mekke Kütüphanesi olarak kullanılan ev Harem-i Şerife 300 m mesafede idi. Önceden burada Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalibin evi varmış. Oğulları arasında paylaştırılınca bu evde Hz. Abdullaha düşüyor. Peygamberimiz, hicretleri esnasında bu evi amcasının oğlu, Hz. Alinin kardeşi Ukayle hediye ediyor ancak Harun Reşidin annesi Huzeyran, bu evi satın alıp yeniledikten sonra mescit haline getiriyor. Kanuni Sultan Süleyman zamanında ev tamamen yeniden yapılmış. Buraya Peygamberimizin doğduğu yer manasında “Mevlid-i Nebi” denmekte. Ev 1959 yılından beri Mekke Kütüphanesi olarak hizmet veriyor.
MESCİD-İ CİN: Cin Mescidi, Mekke’de Cennetü’l-Mualla adlı mezarlıktan Harem-i Şerif’e doğru giden caddenin hemen sağında yer alıyor. Burası, Peygamber Efendimizin (a.s) cin kavmiyle buluşup tebliğde bulunduğu, cinlere namaz kıldırdığı ve Kur’ân’da yer alan Cin Suresinin nazil olduğu yer.Her tarafı olduğu gibi burayı da çöp içerisinde bırakmışlar..
Cennetü’l-Mualla ile Cin mescidi karşı karşıya, orayı da içeri girip ziyaret edemedik ama dışlardan Fatihalarımızı bağışladık. Sabah kalktığımızda Nur dağına, Sevr mağarasına gitmenin heyecanı ile otobüslerimize bindik.
Nur Dağı ya da Cebel-i Nur : Mekke’nin yaklaşık 6 km kuzeyinde. Mekkeden Minaya giden yolun yakınında idi. Peygamber Efendimize ilk Vahiy bu dağda Hira Mağarasında inmişti. Cebel-i Nûr (Nur Dağı) üzerinde bulunan ve günümüzde de varlığını koruyan Hira Mağarası ancak bir insanın ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve yatabileceği kadar uzunlukta bir mağara.
Sevr dağı: Mekkenin güney tarafında ve 5 km. uzaklıkta ve Hz. Muhammed (s.a.s)in Mekkeden Medineye hicreti sırasında Örümceğin Ağını örerek düşmanlarının onları görmesini engelleyen Hz. Ebu Bekir ile birlikte ve üç gün süreyle kaldıkları ve müşriklerden gizlendikleri mağara.
Elbette çok mübarek yerler, gözyaşları eşliğinde hocalarımızın anlattıklarını dinliyor, o dönemleri hatırlayıp çektikleri zorlukları hayal etmeye çalışıyorum. Ellerimin üzerinde o dağa sürünerek çıkmak istiyorum ki; acaba ayakları hangi taraftan toprağa değdi, nereden yürüdüler, keşke onların ayaklarının değdiği yeri bilip yüzümü sürebilsem…
Dağlarda değil bir tutam ot veya birkaç ağaç bile yoktu. Çöl oluşu acaba İslamiyet için daha mı önemli bir durumdu. Kayalıkların, mağaraların çok oluşunun nimeti, hikmeti neydi acaba?
Otobüsler eski ve çok kirliydi. Sanırım burada ki toz toprak içerisinde sürekli yıkamak mümkün değildi ya da yıkansa bile iki saat sonra aynı hale geliyordu..Dualarla, hocamızın yaptığı bilgilendirici açıklamalarla, gazel ve ilahiler ile gezimizi bitirdik.
Mekke-i Mükerreme de yapacağımız ibadetlerimizin devamında Arafat’a gitmek vardı.
Arafat: Mekke’nin 25 km. Güney doğusunda bulunan geniş bir alanın adı idi. Arafat vakfesi bu alanda yapılıyor. Mekke civarındaki Arafat dağının bulunduğu yerde bir miktar durmaya vakfe deniliyor, haccın rükünlerinden olan bu durum yerine getirilmezse hac sahih olmuyor. Hz. Peygamber “Hac Arafat’tır” buyurmuştu, Arafat vakfesinin sahih olabilmesi için hac ihramına girmiş olmak ve belirlenen vakit içinde ve bu mekanda yani Arafat’ta bulunmak gerekmekteydi. Vakfenin şartı mekan vakitti. Vakitten kasıt ise, Zilhicce’nin 9. günü yani arefe günü öğleden itibaren Kurban bayramının 1. günü fecrin doğuşuna kadar olan süre içinde Arafat’ta bir müddet bile olsa bulunmaktı.
Hocalarımız bir gün önceden mekâna giderek bizlere ayrılan yerleri tespit etmişlerdi. Kafile ve Grup Başkanımızın önderliğinde ilahiler okuyarak tahsis edilen araçlar ile Arafat’a geldik. Müthiş bir kalabalık vardı ve muazzam bir çadır kent kurulmuştu. Hocalarımız çadırlarımıza bizi getirdiler. Yerler tertemiz sıfır halılar ile döşeli idi. Çok sıcaktı ama çadırların etrafını açma imkânımızın olması biraz da olsa hava akımını sağlıyordu.
Akşam namazlarımızı kıldıktan sonra Diyanet kumanya dağıttı. Hem akşam hem sabah kumanyalarımız hazırlanmıştı. Aşırlar okunuyor, ilahiler söyleniyor ibadete devam ediliyordu.
Arafat, sevgili Peygamberimizin Yüce Allah’ın ümmetinin bağışlanmasını istediği ve onların bağışlanacağına dair ilâhi müjdeyi aldığı yerdir. Aynı zamanda Peygamber Efendimiz de 632 yılında arkadaşları (ashabı) ile birlikte yaptığı “Veda Haccı” nda yüz bini aşkın Müslüman’a yaptığı “Veda Hutbesi”ni burada yapmıştı.
Rivayetlere göre, cennetten yeryüzüne indirilen Adem ile havva -bilinen olaydan sonra, insanlık ailesini kurmak ve halifelik göreviyle tayin edildiler ve Hz. Adem Hindistan’ın Serendib adasına (bazılarına göre, Buz veya Vasim dağına),Hz. Havva da Cidde’ye yerleştirildi. Hz. Adem (as) iki yüz sene ağlayıp yalvardıktan sonra, tövbe ve duaları kabul olup, hacca gitmesi, emredildi: “Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” (Taha, 20/122). Hz. Adem, Arafat ovasında Hz. Havva ile buluştu. Kâbe’yi inşa etti.
Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın bu ayrılıklarını sona erdiren ve onları yeniden bir araya getiren mekân Arafat’tır. Bugün milyonlarca insanın her yıl Arafat’ta bir araya gelmesi, ahretteki Arasat meydanını hatırlatmaktadır.
Burada Hanımlar ve beyler aynı çadırda fakat ayrı bölmelerde kaldık. Çadırların içinde elektrik olmadığı için arada yemek yiyor, arada espriler yapıyor geceyi geçirmeye çalışıyorduk. Arada bir uyukluyorduk ama uyumayanlar uyuyanları rahat bırakmıyordu. Elbette ki sıkıntılı bir zaman dilimi geçiriyorduk ama asla kimsede bir şikâyet yoktu. Sabah kumanyalarımızda ne varsa kahvaltılarımızı yapıp, okunan aşırları dinliyor, vakfe saatinin yaklaşmasını heyecanla bekliyorduk. Burada öğle ve ikindi namazlarını Cem ve Kasr şeklinde kıldık, Akşam ve Yatsı Namazları ise Müzdelife de aynı şekilde kıldık.
Haccın farzlarından biri olan “Arafat Vakfesi”ni hocalarımızın duaları ve yoğun duygularla idrak ettikten sonra tanıdık tanımadık orada bulunan herkesle göz teması sağlayarak kucaklaştık, gözyaşları içerisinde helalleştik, HACI olmuştuk, inanması çok güç ama evet HACI olmuştuk. Gün batımına kadar dua ve zikirler ile gün tamamlandı Güneşin batışı ile Müzdelife’ye doğru yola koyulduk. Gündüzün mahşeri andıran görüntüsü ile HAŞR Meydanına benzeyen Arafat Meydanını dolduran taze Hacılar olarak gecenin inmesi ile Müzdelife’ye oradan da CEMARAT MEYDANI MİNA ya gidecek ve gönüllerimizin yönlendiği Mekke ve Kâbe’ye farklı bir maneviyatla dönecektik.
24. kafile 3. Grup turnikeye yanaşan otobüsler ile heyecanlanıyor hatta bağırıp çağıranlar bile oluyordu. Sanırım bu sefer ki heyecan Müzdelife Vakfesi içindi.
Müzdelife: Arafat dağı ile Mina arasında kalan bir bölgenin adı. Hac esnasında Arafat’tan dönüşte Müzdelife’de vakfe yaptık ve şeytana atacağımız sembolik taşlarımızı topladık. Aslında etrafımız da taşlanacak o kadar şeytan varken bu taşlama gerçekten sembolikti.
Mina: Mekke’nin doğusundaki dağların eteğinde Arafat’a giden yol üzerinde bulunan Müzdelife ile Mekke arasında ki bölgenin adı. Hac ibadeti esnasında kurban kesmek ve şeytan taşlama (büyük ve küçük cemreler) burada yapılıyor. . Bu arada Müzdelife’de “Şeytan taşlamada (cemaratta) atılacak 70 adet taş topluyoruz. Yalnız taşlar nohuttan büyük, fındıktan küçük olmalıdır.”diyor grup başkanlarımız.
Topladığımız taşları kimimiz yanlarına aldıkları ufak su şişelerine kimimiz temiz bir torba veya bez parçasının içine koyuyoruz. Hoş gerçekten şeytanı taşlamayacağız, Fil suresinde bildirilen Fil sahiplerini ve ordusunu helak eden taşları "şeytana, taraftarlarına ve günaha sürükleyen nefsimize " atacağız.
Arafattan otobüslerle 14 Km Müzdelifeye, geldik, Müzdelife’den Mina’ya 4 Km, Minadan Cemarata 9 km yürüdük., 13 km insan seli akıyor. Bu selin içinde seni tanımayan milyonlarca insan, sağında solunda hiç birini tanımıyorsun ama hiç biri yabancı değil. Aynı denize ulaşmaya çalışan küçük dereler gibiyiz. Bin dört yüz yıl önce çölde parlayan yıldıza yüzümüzü çeviriyoruz, “Peygamberimizin şefaati bizi bekliyor” diye umuyoruz. Allahu Ekber! Allahu Ekber!!!
Bu seda bu zikirler milyonlarca insanın ağzından dalgalar halinde yeryüzünün her yanına dağılıyor. Yükselen dalgalardan aşıp iman coşkusu ile sesleniyorsunuz…ALLAHU EKBER!!!ALLAHU EKBER!!!
Şeytana ve şeytanlaşmış olanlara hınçlar bileniyor. Bayram sabahı sabah namazının bitişinden sonra doğan güneşi izleyen müminler artık Yaradan’ına sığınılıp saldırıya geçme zamanının geldiğine inanarak cemarata doğru yola çıkıyorlar. Kurban Bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri Akabe Cemresi, Küçük Cemre ve Orta Cemre olmak üzere üç şekilde şeytan taşlanıyor. Hacıların cemrelerde taş atmaları hadisesini bildiğiniz için anlatmaya gerek yok.
Tekbirler ovayı inletmeye ve milyonluk kitle harekete geçmeye başlıyor…
"Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke La şerike leke Lebbeyk. İnnellhamde ven-nimete Leke velmülke La şerike leke" Şeytanlar taşlandı, kurbanlar kesildi, erkekler traş olup ehramdan çıktılar,hanımlar saçlarından kesip şartların birini de yerine getirdiler, abdestler alındı ve buraya kadar yapılan görevler inşallah uygun yapıldı, “Allahım geri çevirmesin” diye dualar edildi. Herkes kendince duasını etti, tertemiz giysilerle VEDA TAVAFI için Kâbe ye koşuldu.
VEDÂ TAVAFI “Sader tavafı” da deniliyor. Mîkat sınırları dışından gelen hacıların ziyâret tavafından sonra Mekke’den ayrılırken son defa yaptıkları tavaf. Farz tavafının bitmiş olması hac’cın tamamlandığı manasına geldiği için Hacılar Mekke’den ayrılabiliyorlar ve Veda Tavafından sonra Say yapılmıyor.
Bu arada bize çok hoş bir durum bildirildi. “Hacc-ı Ekber olduk” dediler. “En büyük hac” demekmiş. Özellikle halk arasında arife günü cumaya rastlayan haccın hacc-ı ekber olduğuna inanılıyor. Hz. Peygamber (sas)in haccı sırasında arife gününün cumaya rastlaması bu inancı destekliyor. İbnül Esirdeki “Günlerin en faziletlisi cumaya rastlayan arife günüdür; bu yetmiş hacdan daha üstündür.” mealindeki hadis bu konuda delil olarak gösterilir. Tövbe Suresinde Hacc-ı Ekber Gününden bahsediliyor.