Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim, affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim...
Öncelikle Allah-ü Teâlâ’nın yerine getirmemize fırsat verdiği ibadetlerimizin kabul olduğu ümidi, sevdiklerimize kavuşmanın heyecanı ile hepinize yürekten merhaba…
Değerli okurlarım bilirler, küçük bir seyahat bile yapsam mutlaka okurlarımı bilgilendirir, izlenimlerimi onlarla paylaşırım.
Bu seferki yolculuk diğerlerinden çok çok farklı manevi iklimin değiştiği ve farklılaştığı çok özel bir ibadetin kutlu yolculuğuydu.
Derin tecrübeler kazandığınız, akla hayale gelmeyen hayat muhasebesini yaptığınız, kendinizle yüzleştiğiniz bir zaman dilimiydi.
Müslüman olarak Hac sırasında manevi dünyanız güçlenirken, ümmet olarak moralinizin yükseldiği, insanlara karşı kardeşlik bağlarının arttığı, karşılıklı bilgi alışverişinin aktarıldığı bir hayat çizgisiydi. Hem dünyaya hem ahirete bakan yüzü ile çok yönlü bir ibadetti. Bu ibadeti yerine getirirken yüreğinizin tüm inanmışlığı ile dile getirdiğiniz “lebbeyk” kelimesinin sırıydı bu kutlu yolculuk. Bu kelime ile sınırları aşıyor, dilleri ile anlaşamadığınız insanlarla bütünleşiyor,uluslararası bir kucaklaşma yaşıyorsunuz ve hepimiz “lebbeyk” kelimesi ile “Davetine uyarak geldim emret Allah’ım” diyorsunuz. ”Beytine eli boş geldim, misafirinim beni boş çevirme rabbim” diyorsunuz.
Ve dua ediyorsunuz… Ey Allahım! Bu yolculuğumu kolay kıl, üzücü şeyler ile karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuz da kötü haller görmekten sana sığınırım” (Müslimi Hac 425. Ayrıca Ebu Davud, Cihad. 72,Tirmizi, Devaat,46)
Yüce dinimizin şartlarından biri olan Hac, Arafat ve diğer mübarek yerlerle birlikte Kabe-i Muazzama’yı ziyaret etmenin farz kılındığı bir ibadetimiz. Milyonlarca Müslüman’ın bir araya gelerek Allahu tealanın davetine uyarak icabet ettikleri sayısız hikmet ve sırlarla dolu bu mübarek vazife başlı başına çok büyük bir kazanım.
Onlarca milletten Müslümanların bir araya gelerek “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” nidaları ile Beytullahı tavaf ederken gözyaşlarına karışan dualarının kabulünü istedikleri bir mübarek vazife.
Ne kadar anlatılırsa anlatılsın yaşamadan anlamanın zor olduğu bir durum. Kâbe-i Muazzama’yı Allahın emrine uyarak oğlu İsmail (a.s) ve eşi Hacer ile temellerinden yükseltip bina eden Hz. İbrahim’in Allah’a itaati ve emirlerine uyması, büyük imtihanlara sabretmesi, Mekke sokaklarında, Mina, Müzdelife ve Arafat’ta zihinleri meşgul etmesi ile bambaşka bir dünya.
Çıktığımız bu kutlu yolculukta üzerimize düşen görevleri hakkıyla yerine getirebilmenin çabası ve sorumluluk bilinci içerisinde heyecanla uçağımıza doğru yürüyoruz.
Hac’ca gitmek için eşim Mehmet Nuri Bey ile tam sekiz sene bekledik. Evet, tam sekiz yıl. Ben başım açık olduğu için biraz tereddüt içerisinde idim. Fakat danıştığım yetkililer aynen Namaz da olduğu gibi görevimi yerine getirdiğim süre içerisinde başımı örtüp daha sonra açmanın elbette günah olduğunu fakat şahsın kendi tercihi olduğunu söylemeleri biraz olsun beni rahatlatmıştı. Başı açıklık dinden çıkaran büyük günahlardan değildi, İlahi Kelimetullahta yeri vardı ve inkâr edenler dinden çıkardı. Elhamdülillah böyle bir düşüncem asla olmadı. Asla başörtüsüne karşı değildim ve başörtü serbest bırakılsın diye başörtüsü için üç bine yakın kadını toplayarak Türkiye de ki ilk yürüyüşü yapan kadın komitesinin içinde idim. Her neyse bu benim şahsi tercihim, durumu zaman gösterecektir.
Eşimin ailesinden bizi yolculamaya Atatürk Üniversitesi Rektör Yrd. Prof. Dr. Ömer Çomaklı-eşi ve oldukça kalabalık grup, iki kız kardeşimin eşleri ile hava alanına gelmeleri heyecanımı biraz rahatlatmış gibi idi. Keşke babam sağ olsaydı da bu günümü görseydi diye yüreğimle ağladım. Bu benim asla kimsenin göremeyeceği sessiz çığlıklarımdı.
İstanbul havaalanından Cidde’ye uçacaktık. Erkek hacılarımız havaalanında ehram’a girdiler. Çok orijinal bir durumdu. Hepimizi bir telaş sarmıştı. Acaba görevimizi hakkı ile başarabilecek miydik?
24. kafile 3. Grup olarak İstanbul’dan Kafile Başkanımız Sayın Recai Albayrak ve Erzurum’dan Grup Başkanımız Mikail Polat Hoca efendilerin yaklaşımları ile ne kadar şanslı bir grup olduğumuzun farkına vardık.
Yüksek Okulu bizde okuyan kızımın arkadaşı Rize-Güneysulu sevgili Zühal kızımızın bizi karşılaması ziyadesi ile mutlu etmişti. Derken uçak saati gelmiş ve Cidde’ye doğru yola çıkmıştık. Erzurum Grubu birbirini tanıyan bir gruptu ve ilerde İstanbul’dan katılanlarla da hiç yabancılık çekmeyecektik.
Cidde havaalanında en az 7-8 saat beklersiniz diye bizi korkutanlara inat bir saat bile beklemeden Mekke-i Mükerreme’ye doğru yola çıkmıştık bile. Yolculuğumuz çocukluğumuzda duyduğumuz Hacca gidenlerin atlarla, develerle yaptığı yolculuğa benzemiyordu.
Allahü Tealanın insanoğluna bahşettiği akıl ve ilhamların sonucu olan teknoloji harikası uçak gibi nimetlerle gerçekleşiyordu. Peygamber efendimizin yolculuklarda okumamızı tavsiye ettiği “ Sübhanellezi sahhara lena haza vema künna lehu mukrinin ve inna ila rabbina lemun galibun” duası ile başlayan yolculuğumuz çok kolay ve keyifli bir şekilde Mekke’ye ulaşıyordu. Zira Resulullah (s.a.v) Efendimiz her ne zaman deveye binse bu duayı okurlardı.
Otobüsümüz Diyanetin bize tahsis ettiği Bedir Otelin önünde durduğunda Kabe-i Şerifle aynı şehirde olmanın şaşkınlığı, sevinci daha doğrusu birbirine karışan duygularımla tuhaf bir haleti ruhiye içerisine girdim. Odalarımıza çıkıp yarım saat dinlendikten sonra hemen Kâbe’de Tavaf ve Sefa –Merve de Say yapacaktık.
TAVAF’IN kelime manası bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak demek. Kabe etrafında dönmekte Tevhit fikrini temsil ediyor. Bu hareketin sosyal hayata ait olan manası birliği korumaya çalışmak, birlikten ayrılmamak. Yedi kere dönmek iç dünyamızda yedi basamaklı olan nefsin en aşağı basamağından en üst basamağına yükselmesidir. İnanışımızda Gökler yedi kat, insanda ki nefiste yedi tanedir. Her dönüşte bir menzil aşıp yedi kat göklerin üstüne çıkmak, maddi âlemin üstüne yükselmek, hayvani hayattan uzaklaşıp ruhani hayata kavuşmak demek. Kâbe’nin Tavaf şekli Kâinatın Nizamından alınmış bir ibadettir. Güneş, yıldızlar bir kandil etrafında dönüyorlar, atom çekirdeklerinin etrafındaki elektronlar muntazam bir şekilde çekirdeğin etrafında dönmekteler ve bu durum Allah’ı tespih etmek demektir, tavafta aynen bu durum gibi. Allah’ın evinin etrafında dönmek ona pervane olmanın sembolü. Hz. İbrahim’le oğlu nasıl ki Kâbe’yi döne döne inşa ettilerse, hacı da aynı şekilde döne döne iman evini, kalbini inşa eder.
MEKKE; emin belde, Şehirlerin Anası. Allah’ın Beytullah ile şereflendirdiği “lebbeyk” nidaları ile İslam coşkusunun yaşandığı kutsal şehir.
Çok kalabalık… Onlarca çeşit milletten insanın bir araya geldiği ve müthiş bir karmaşanın yaşandığı bir şehir. Sokaklarında doğan İslam Güneşinin büyüdüğü, gençlik günlerini geçirdiği, evlendiği, acı ve sevinçlerini yaşadığı, insanları tevhide çağırdığı şehir. Onun için kalabalıkta olsa, kirli de olsa Mekke-i Mükerreme’yi gözünüzle değil kalbinizle gezin.
Müslümanlar; İhrama girmeyi, Telbiye getirmeyi, tavafı, say etmeyi, Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da vakfa yapıp, Şeytan taşlayıp, kurban kesip, traş olmayı onun izinden gidip bu şehirden bize kadar ulaştırdılar. Burada kılınan bir rekât nafile namaz Allah’ın ihsanı ile yüz bin rekâta bedel olan bir şehir.
KÂBE-İ ŞERİF: Otelde abdest almıştık ve Harem-i Şerif’in kapısında grup başkanı hocamız bize niyet ettirdi. Allah’ın Evi, Beytullah, Mescid-i Haram’ın ortasında siyah bir örtü ile örtülü Beyt-ül Atik de denilen, ibadet amacı ile yapılan ilk bina. Düşünüyorum “ben kimim ki Kâbe’nin bu kadar yakınındayım. Kalbim çarpıyor, gözyaşlarımı akıtmamaya çalışıyorum ve çok heyecanlıyım. Otelimiz Kâbe’ye çok yakındı ve heyecanla onu görmeyi istiyorum. İşte karşımızda o muhteşem manalar taşıyan Allah’ın evi. Hıçkırarak ağlamaya başlıyorum. “Rabbim bana bu nasıl bir şans bahşettin, sana binlerce şükürler olsun. Eli boş geldim, misafirinim, İki cihanda da beni ve ailemi mahcup etme.”diyor ve ilk dualarımı yapıyorum.