Türkiyenin de kendini bir anda içinde bulduğu, yaşanan kazanın doğası gereği ülke sınırlarını aşan, yağmur bulutlarına dönüşüp Doğu Avrupanın başına radyasyon yağdıran bir felaketti Çernobil. Şimdi o felaket Amerikan televizyon grubu HBO tarafından dizileştirilerek binlerce insanı müptelası kılmış durumda. Dizinin bizlere hatırlattıkları ile Çernobilde gerçekten neler olduğuna döndüğümüzde ise kapalı kapılar ardında neler yaşandığının, sonuçların ne kadar ağır olduğunun, hataların ve ihmallerin üzerinin örtülmesi için neler yapıldığının bugün bile bir tartışma konusu olduğunu görmek mümkün.
Felaket, 26 Nisan 1986 tarihinde o zamanlar SSCBnin yönetimi altındaki bugünkü Ukraynanın Pripyat kentine 3 kilometre uzaklıkta bulunan Çernobil nükleer santralindeki 4 numaralı reaktörün patlaması ile meydana gelmişti. Santraldeki mühendisler acil bir durumda ne yapılacağına ilişkin deneyi gerçekleştirirken olayın başlı başına bir acil duruma dönüşeceğinden habersizdiler. 4. reaktörün başmühendisi Diyatlov kazadan sorumlu görülüp 10 yıl hapis cezasına çarptırılırken Diyatlov ile yapılan röportajlarda kendisi aksini iddia ediyordu. ABD ile girişilen yarışta nefes almaksızın ilerleme çabası; Moskovadan gelen emirlerde aceleciliği, bilimsellikten uzak talimatları beraberinde getirmişti. Hal böyle olunca Çernobil faciası basit bir mühendislik hatasından öte kanlı bir yarışın ve hantal bir bürokrasinin sonucuydu.
Olayın şokundan 1250 kişinin intihar etmesi, 35 civarında kişinin anında hayatını kaybetmesi ve binlerce insanın ise ilerleyen aylarda ve yıllarda tiroit kanserinden yahut radyasyonun neden olduğu açıklanan sebeplerden ölmesi felaketin su yüzüne çıkmış sonuçlarından. Radyasyona bağlı ölü doğumlar,kromozom bozuklukları ise cabası. Olayın insani bilançosunun yanında toplamda 300 milyar dolarlık mali zararı da göz ardı edilir cinsten değil elbette.
Dönemin SSCB yönetiminin en büyük endişesi dünyaya rezil olmak ve Amerika karşısında güç ve prestij kaybetmekti. Hal böyle olunca felaket gizlenmeye çalışılmıştı. Neticede birçoğunun bilimle de ilgilisi olmayan politikacıların radyasyonun ne olduğu,ne tür sonuçlar doğuracağı, nasıl da yüzyıllarca etkisinin süreceği ile ilgilendiği yoktu. Fakat havadaki radyasyonun İsveçte tespit edilmesi üzerine dünya felaketten haberdar olmuştu.
Vakanın son derece yakınında bulunan Türkiyede ise olaylar Avrupada ciddiye alındığı kadar önem görmemişti. Avrupada aileler çocukların dışarı çıkmasına izin vermezken Türkiyede dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren bize radyasyondan madrasyondan bir şey olmaz ifadelerini kullanıyordu. O dönemde Avrupaya ihraç edilip yüksek radyasyonla yıkandıkları gerekçesi ile Türkiyeye iade edilen çayların akıbeti ise bir devlet sırrıydı. Bu devlet sırrı ise, onlarca yıldır o çayları demliyor ve afiyetle içiyor olma ihtimalimizin son derece yüksek olduğu anlamına geliyor. Nitekim o dönemde yapılan araştırmalar Karadeniz Bölgesindeki kanser vakalarının arttığını kayıt altına almıştı.