Çetin geçen kış mevsiminden sonra baharın kendini göstermesiyle umutlarımızda yeşermeye başladı.
Oysa bu kara kış hiç geçmeyecek gibi ruhumuzda karamsar bulutlar getirmişti.
Odunu, kömürü olmayan evler,donan sular,yiyecek bulmakta zorlanan hayvanlar ,kapanan yollar, çalışmayan araçlar alışık olduğumuz manzaralardandı.
Bu kış tanık olduğum bir yaşam öyküsü, bu karamsar tablonun belki de hafızamda yer eden trajik örneklerden biriydi.
Şiddetli soğukların sürdüğü bir günde işyerimden içeri giren orta yaşlı bir bayanın mahcubiyet içerisinde yardım talebinde bulunmasıyla hayatın çileli yönlerinden birine daha tanık olacağımı nereden bilebilirdim ki!
Üzerinden tam manasıyla perişanlık akan bu bayanınbakışları ,çaresizliği,çileyi ve ıstırabı ifade ediyordu.
Ayağındaki asker postallarını anımsatan bir çift bot, sefaletin sanki ayak seslerini haykırıyordu.
Anlattıklarına inanmakta zorluk çektiğimizden evine gittik.Manzara insanlık adına utanç vericiydi.
Kırık camlar, kapanmayan dış kapı,patlayan su borusundan akan suların donmasıyla oluşan odadaki buz kitlesi ve duvarlardan insanın yüzüne vuran soğuk, her şeyi özetliyordu.
Eşyası bir yatak ve bir battaniyeden ibaret olan bu sobasız evde insan yaşayabilir mi ? diye, kendimize sorduk.
İki üç günden beri bu odada yattığını duyunca sıcak evlerdeki hayatlarımızı düşündük ve sorguladık.
Gücümüz yettiğince yaralarını sarıp,ocağını tüttürmeye koyulduk.
İhtiyaçları için gidip gelmeye başlayan bu kardeşin hüzünlü hayat hikayesinidinlediğimizde"Bu nasıl bir dünya" diye soramadan edemedik.
Erzurum'un varoşlarında dünyaya gelmiş.Ebesi, Sevgi isminde biri olduğundan ona Sevgi ismini vermişler ama sevgiye hasret bir ömür süreceğini düşünmemişler.
Babası at arabacılığı ile geçimini sağlayan fukaralığın ve cahilliğin pençesinde bir adammış.
Babasından bahsederken " O gavur dinindendi" demesi geçmişi ile ilgili ip uçlarını veriyordu.
İlkokula giderken aşırı şişmanladığı için ikinci bir önlüğe ihtiyaç duymuş ama yeni bir önlüğü olmamış. İçinde sıkışıp kaldığı önlüğü ile okula gidemediğini anlatırken çocukluk hayallerinden de bahsediyordu.
14 yaşına geldiğinde çocukluk hayallerinin yok olacağını, hayatın girdaplarına takılacağını elbette bilemezdi.
Nasıl olmuşsa, ekmek teknesi at arabalarının emektar atı hastalanmış ve ölmüş.
Baba eve ekmek getirmekte zorlanmaya başlamış.
Elde avuçta para olmadığından " Çaresiz dertler çaresiz ilaçlar gerektirir" misali yeni bir at almanın peşine düşmüş.
Sevgiyi bir gün arkadaşları ile oynarken elinden tutup eve getirmişler. Ne olduğunu anlamadan kendisini evlendireceklerini söylemişler.
"Evlenmek ne demek, koca nedir, hiç bilmiyordum" derken, gözlerinden boşanan yaşlar yılların ıstırabını yüzüne yansıtan çizgilerden akıp gidiyordu.
Babasının at almak için onu küçük yaşta sattığını neden sonra kavrayabilmiş.
Onu kendisinden otuz sekiz yaş büyük birisine vermişler. Çocukluğunu yaşamadan bir yaşlının eşi ve kölesi olmuş.
İsminden başka sevgiye sahip olmamış bu bahtsızı alıp gurbete götürmüşler.
Yıllar geçmiş çocukları olmuş kendine ait bir düzen kurmuşken hastalanmış onu ölüm yoluna koymuşlar ve biz sana bakamayız deyip kapıya atmışlar.
Evli olan çocuklarının eşleri de onu istememişler o da ait olduğu memleketine dönmeye karar vermiş.
Bu hanımın yaşadıkları memleketimin insan manzaralarından biriydi.
İnsan dünyaya bir kez geliyor. Kimi bu dünyada sevgiden uzak ,cehaletin,fukaralığın ,çaresizliğin kıskacında nefes alıp verirken kimileri her türlü dünya nimeti içerisinde müreffeh bir hayat sürüyor.
Bu tablolara bakınca Ömer Hayyam'ın " Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben /Şaşkınlıktan başkaşeyim artmadı yaşarken/ Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi / Neden geldim? Neden kaldım ?Neden gidiyorum bilmeden.. " mısraları akla geliyor.
Hayalleri ve çocukluğu para ile satın alınan Sevgi'nin suçu fukara bir babanın kızı olmaktan öteye geçemiyorsa burada bir gariplik yok mu?
Sevgi'ye ödenen bedel ile alınıp, at arabasına koşulan atında kaderiacaba ondan farklı mıydı?
Neticede atlarda sahiplerine para kazandırmıyorlar mıydı ?
Yarış atları gibi bazıları sırtında binicisinden başka kimseyi taşımayıp her türlü imkanlardan faydalanıyor ,kimi cinsleri de taşıdıkları yüklerin altında cefa çekmiyorlar mıydı?
Ayağı kırılan atlar, işe yaramaz diye sahipleri tarafından vuruluyor, hastalanıp yaşlanan atlar kurda kuşa yem olsunlar diye salıverilmiyor mu?
Ortak kader bu olsa gerek.
Her gün binlerce benzer hikayelerin yaşandığı dünyamızda insanlık adına bir denge oluşturamadık.
Sevgiyi,barışı kardeşliği ihdas edip, adil bir paylaşım sağlayamadık.
Birbirimizi, dinlerimize, etnik kökenlerimize,renklerimize ,mezheplerimize, siyasi görüşlerimize,cinsiyetlerimize bakarak ötekileştirdiğimiz sürece, zengin ve fakir arasındaki gelir dağılımı adaletsiz bir şekilde büyümeğe devam ettiği müddetçe, yer küre üzerinde muhabbeti yaymamız hayalden öteye geçmeyecektir.
İnsan olmanın sorumluluğu insana olan saygıdan geçmektedir.
Ne mutlu bu sorumluluk bilincinde olan yüce gönüllü insanlara