‘’Diyanet-Sen’in kurucusu…’’
Kaybetmiştik.
Ve ölüme alışılmıyordu.
İman etsek de zor geliyordu.
Hatıralar yığınlar halinde kayıyordu içimde ve altlarında birçok tebessüm ezilip gidiyordu.
Bir çığ gibi içimdeki duygular yığınlar halinde kaymaya başladı. Hızla kayarak birbirinin üstüne yığılıyorlar, sendikal çalışmalarıma ait birçok anı belki de bir daha eski neşesine kavuşamayacak şekilde hislerimin altına gömülüyordu.
Sendikadaki odanın duvarına asılan portredeki Ahmet Yıldız’ın yüzü bana bakıyordu.
Ölmüştü.
Ama ölmemiş gibi gülüyordu.
Bir çığ gibi kayan duygularımın bıraktığı boşlukta yankılanan bir ses ‘’Sendikal mücadelenin büyük mimarlarından birini’’ kaybettiğimizi söylüyordu.
Bıçak yemiş bir hal gibi ayakta duramıyor, bedenimden adeta kan damlıyordu.
Gördüğüm bu kaçıncı ölümdü?
Ama ölüme alışılmıyor.
Her ölüm, ilk kezmiş gibi aynı şiddetle geliyor.
Karanlık tünellere girer gibi Ahmet abinin o ölüm haberinin içine giriyor ve her seferinde biraz daha eksilmiş olarak çıkıyorum.
Genç yaşına rağmen erken dökülmüş saçlarının seyrekliği , inatçı bir zerafet sergiler, bir İmam-Hatip ve Avukat taşıyan kimliğiyle hepimizi etkilerdi.
O , her şeyden önce diğer kimliklerini ikinci planda tutar ve ‘’Önce din görevlisiyim’’ derdi.
O, ‘’Halka hizmet, Hakka ibadettir’’ anlayışıyla insana hizmeti en büyük şeref sayıyor, din görevlisine hizmeti ise, dine hizmet olarak görüyordu.
Bunun için sendikacılık yapıyordu.
Geceleri uykusuz, gündüzleri yorgundu.
Ne kadar bitkin düşse de bedeni , yüzünden tebessüm hiç tükenmiyordu.
O, Diyanet’teki onurlu mücadelenin mimarıydı.
Kaybetmiştik.
Ve ölüme alışılmıyordu.
Hatıralar yığınlar halinde kayıyordu içimde ve altlarında bir çok tebessüm ezilip gidiyordu.
Bir daha duyulmayacak birçok kahkaha.
Bir daha duyulmayacak birçok ses.
Bir daha söylenmeyecek birçok söz.
Aksiyon ve dava adamıydı O…
Kutlu mücadelenin onurlu komutanıydı.
Ahmet Yıldız’ın verdiği mücadele hep hatırlanacak, teşkilatçılık ruhu ve davası daima taze tutulacak, makaleleri ve kitapları defalarca yeniden yayınlanacak , sözleri çerçevelenip duvarlarda asılacaktı.
Fakat her giden gibi kendisiyle birlikte anlatamadığı bir çok anıyı beraberinde götürecekti.
Ahmet Yıldız’ın kahkahaları onu tanıyanlar yaşadıkça yaşayacak ve o şenlikli, muhabbetli, dostlarının içine ferahlık veren gülüş hep duyulacaktı.
Seni hiç unutmayacağız…
Ölüm hayatın bir parçası, bunu biliyorum.
Bir gün kabrine ziyarete geleceğim Ahmet abi…
Beraber geçirdiğimiz o tatlı hatıraları yeniden yaşayacağım.
Ağlamayacağım Yasin okurken, gülümseyeceğim…
Sen de gülümseyebilecek misin?
Yoksa artık duyulmayan neşeli bir tebessümle başımızı önümüze eğip, gözlerimizi birbirimizden saklayacak mıyız?
Ve bu yazıyı yazdığımda sendikadayım.
Senin kurduğu sendikada.
Portredeki yüzün bana bakıyor Ahmet abi…
Ölmüştün.
Ama ölmemiş gibi bakıyordun.
Aramızdaymışsın ve sanki hiç gitmeyecekmişsin gibiydin.
Sanki ‘’Kalkın ve hizmet için sahaya çıkın’’ diyordun.Abdurrahman KARAL
Fikir ve Düşünceleriniz için [email protected]