Son günlerde ülke gündemindeki konu belli: Erdoğanın içinde Hulusi Akardan, Hakan Fidana birçok bakanın, üst düzey yöneticinin bulunduğu yaklaşık 180 kişilik ekiple Almanyanın başkenti Berline gerçekleştirdiği 3 günlük resmi ziyaret.
Amerika ile ekonomik ve siyasal gerginliklerin bir sonucu olarak dış politikadaki yönünü yeniden Avrupaya çeviren Erdoğanın Almanya ziyaretinin birçok önemli mesajlar barındırdığı günlerdir yazılıp çiziliyor. Bunlardan bir tanesi iç siyasette ve dünya gözünde dış politikada yalnızlaştığı dile getirilen Türkiyenin aslında düşünüldüğü kadar Avrupadan uzaklaşmadığını, ülkelerin karşılıklı olarak birbirlerinden vazgeçemeyeceklerini herkese göstermek.
Bir diğer mesaj ise; Türkiyenin, 20-21. yüzyıl itibari ile Avrupai değerler olarak anılan insan hakları, basın özgürlüğü, bağımsız yargı değerlerini terk etmediğini başta kıta Avrupasının diğer ülkelerine sonra da içte kendi vatandaşına göstermek.
Sözünü ettiğim ikinci mesajın çıkarımını yapabilmek için ziyaretin birkaç kilit sahnesini okumak yeterli. İlk olarak, ekonomik ilişkileri güçlendirme önceliği ile ziyareti gerçekleştiren Erdoğan, daha Almanyaya adımını atmadan basın özgürlüğü ve tutuklu gazeteciler ile ilgili eleştirilerin ve soruların odağı olacağını biliyordu. Buna rağmen ortak basın toplantısından kaçınmadığı gibi Alman gazetecilerin neredeyse tamamından yukarıdaki konularla ilgili gelen soruları da ölçülü bir tavırla cevapladı.
Basın toplantısını izleyen herkes Erdoğanın tutuklu gazetecilerle ilgili Türkiyedekilerden çok farklı söylemlerde bulunmadığını, bu anlamda tavrında bir değişiklik olmadığını görecektir. Fakat görülecek ikinci bir tavır, Erdoğanın cevapları sırasında, Alman basınına bir mesaj niteliğinde bağımsız yargı ve basın özgürlüğüne vurgu yaptığıdır. Bu açıdan; Türkiye adına Erdoğanın eleştirilerin farkında ve tartışmaya açık bir tutum içinde olması, Türkiyenin anti-demokratikleştiği yönündeki söylemlere karşı bir farkındalık ve duyarlılık niteliği taşımaktadır.
Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı Stenmeier tarafından Erdoğan şerefine verilen akşam yemeğine katılanlar kadar katılmayanlar da üzerinde tartışılan konulardan oldu. İlk olarak, Bellevue Sarayındaki akşam yemeğine Merkelin katılmamasının bir protesto olarak değerlendirilebileceği ile ilgili görüşleri haklı bulmak için Merkelin bu tarz davetlerdeki tavrına yakından bakmak gerekir.
Merkel, Stenmeier tarafından verilen benzer bir devlet yemeğine en son 2015te katılmış. 2017de Çin Devlet Başkanının şerefine verilen yemeğe de katılmadığı biliniyor. Bu anlamda Merkelin yemeğe katılmamasını siyasi bir mesaj olarak okumak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Nitekim Merkel ve Erdoğanın ziyaret boyunca 2 kez görüştükleri düşünülürse, Merkelin davete katılmamasının Erdoğanın şahsı açısından değerlendirilecek bir konu olmadığı görülebilir.
Türk-Alman Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı ve Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelenin yemeğe katılmamasına gelecek olursak; bu davranışın Dağdelenin kişisel görüşleri ne olursa olsun diplomatik nezaketten ve uzlaşma kültüründen uzak bir hareket olduğuna kuşku yok. Diğer taraftan; Almanya Parlamentosunda sözde soykırım ile ilgili teklife kabul oyu vermesi ile bilinen ve Erdoğanı sert şekilde eleştiren Cem Özdemirin yemeğe katılması, neredeyse ortak hiçbir paydaları olmayan iki ismin bir araya gelmesi aracılığı ile tahammül kültürü açısından olumlu bir gelişme olarak yorumlanabilir.
Erdoğanın ve Merkelin birlikte düzenledikleri basın toplantısına gelindiğinde ise; toplantının odağının Türkiyedeki tutuklu gazeteciler ve özellikle PKK ve FETÖ mensuplarının faaliyetleri ve iadeleri olduğu göze çarpan konulardan. Bu anlamda iki liderin de tavrından açıkça anlaşılan mesaj; münhasıran gazeteciler açısından iki liderin aynı fikirde olmadıkları ve tabiri caizse uzlaşmak zorunda olmadıkları üzerinde uzlaşmak tavrında olduklarıydı. Bunun dışında, PKKnın Almanyada yasaklandığını belirten Merkel, bu konuda Türkiye ile ortak tavır takındıklarını belirtmekten geri durmadı. Öte yandan, FETÖ için PKK ile benzer olarak daha somut delil ve çalışmalara ihtiyaç duyduklarını söyleyen Merkel, birçok vaka için iddianamelerin henüz hazır olmadığını ve bundan kaynaklı muğlak bir durumun ortaya çıktığını söyledi.
Avrupa-Türkiye ilişkilerine bu ziyaret çerçevesinde ve özellikle yukarıda değindiğimiz başlıklar altında bakacak olursak; karalama haberlerinde yansıtılmak istendiği gibi Erdoğanın Almanyada çoğunluk tarafından istenmediğinin yahut bunun zoraki bir davet olduğunun doğru olmadığı görülebilir. Diğer taraftan; havuz medyasında yansıtıldığı üzere toz pembe bir ziyaret yaşandığını söylemek de mümkün olmayacaktır. Nitekim, bütün temaslardan ortaya çıkıyor ki; ekonomiden sosyal hayata, Avrupa Türkiyeyi sütliman görmeye sıcak bakmıyor. Bir başka deyişle, Almanyada ve genel itibariyle Avrupada Türkiyedeki anti-demokratik gelişmelere endişeyle bakıldığı yadsınamaz bir gerçek.