15 Temmuz'dan sonra bunu çok düşündüm.
Darbe girişiminin olduğu gece Erzurum'da değil de Ankara veya İstanbul'da bulunsaydım.
Gökleri delip geçen savaş uçaklarının o korkunç sesleri altında?
Ürkütücü bomba ve kurşun gürültülerine aldırmadan,
Tankların palet gıcırtılarına meydan okuyarak,
Atar mıydım kendimi sokaklara.
Hadi attım diyelim.
Gidip yatar mıydım, ecel pençesi paletlerin altına.
Çıkar mıydım tank denilen ölüm makinelerinin üstüne.
Koşar mıydım köprüye, seğirtir miydim emniyetin önüne.
Ne bileyim, ekranda dinlerken gidip ekranı öptüğüm şu lise ikinci sınıf öğrencisi gibi mesela?
Anama babama haber vermeden bir solukta şehitler köprüsünün üzerine fırlar mıydım?
Hâkim bir noktadan suikast silahıyla keklik avlar gibi insanları indiren zalimin hedefi olmayı kestirir miydim gözüme?
Ölüm kusan helikopterlere aldırmayıp, işgal edilen birliğini kurtarmak için kışlasına koşan? Emir subayına 'ölmeyi emreden' Zekai Paşa olabilir miydim ki?
Yüreğim yeter miydi ki, bileğim döner miydi ki?
Ya emredersin deyip ölen Ömer?
Emredersin deyip, ölebilir miydim ki?
İtiraf ediyorum, Evet diyemiyorum.
Yani bilemiyorum.
Test edilmemiş kahramanlıklara kulaç atmak kolay.
Gece 01. Civarı, benim gibi, daha darbenin alevli ateşli deminde 'Milletin Zafer Gecesi' diye sosyal medya paylaşımı yapmak, hakikati yüreklice haykırmak da bir şey belki?
Yazı yazmak?
Klavye kurşunu sıkmak?
Ama dostum, kabul et, bu değil ki kahramanlık, bu değil ki ölümüne cesaret, bu değil ki?
Sıkı mı inmek meydana?
Binmek ecel atına?
Uçmak Mevla katına?
*
Ben bir yandan klavye tıkırdatıp, bir yandan Erzurum meydanını adımlarken bakın onlar ne yaptı, nereye gittiler?
Kelimelerin tarif edemeyeceği cesaret ve çok az kahramana nasip olacak vatan aşkıyla mücehhez bu insanlar; bir adım ötelerindeki tehlikelere sevgililerinin kucağına koşar gibi koştular.
Kurşun yediler, yedikçe coştular; yaralandılar, düştüler, kana boyandılar, fakat bütün bunlara rağmen hedeflerine, canları pahasına devam ettiler.
Şehitliği bile güle güle karşıladılar.
Kendilerini feda etmek pahasına büyük bir iman ve ruh zenginliği içinde sokakları hainlere dar ettiler.
Bir milleti işte böyle yeniden var ettiler.
Sönmeye dönmüş közü üfleyip, özü ortaya çıkardılar.
Kendilerinden sonrakiler hür, özgür, darbesiz, hainsiz, kahpesiz bir dünyaya doğsunlar diye, göz kırpmadan öldüler.
Gözlerini yumduklarında bedrin aslanları kadar aslandılar.
Biliyorum, temiz ruhlarını cennette gören melekler bile onları kıskandılar.
Fanilikten bir nefeste geçtiler, ebediyete yaslandılar.
Onlar, milyonlarca can rahat yaşasın diye can veren candılar.
Onlar, ey canlar, tek kelimeyle işte böyle büyük insandılar.
***
Uçaksavar mermilerinin kopardığı bacağı sorulunca kendine, 'vatan için bir bacak ne ki' diyen bacım, kurban olayım asil fedakârlığına?
Şehit kardeşi kameraya şöyle diyor:" Bugün benim evimde yas yok, düğün var. Kardeşimi al bayrağın altında götürdük ya defnetmeye! Bu şeref bize yeter."
Aman Allah'ım! Bu genç, sahi bugünün yiğidi mi; yoksa Fatih, Yavuz, Kanunî devirlerinden ışınlanıp aramıza katılan bir akıncı mı?
Tunç yüreğine şapka çıkarıyorum yiğidim, şapka çıkarıyorum!
*
Arkanızda kendiniz için bir abide değil,
Feda ettiğiniz hayatınızla güzelleşmiş bir vatan bırakarak
Ebediyet âlemine göçüp gittiniz.
Şereflerin en yücesiyle şereflendiniz.
Ölüm veya zafer vardı karşınızda.
Ya zillete düşecekti millet yahut ayakta kalacaktı devlet.
Siz öldünüz, zafer milletin oldu ve ayakta kaldı devlet.
Aziz şehitlerimiz, mekânınız cennet olsun.
Maşallah size kırk bin kere maşallah!
*
Gazilerimiz; uzuvlarıyla meydanları kutsallaştıran aziz gazilerimiz?
Dünyaya sizin kadar asil ruhlu, temiz gönüllü, pak düşünceli, fedakâr ve cesur az insan ayak basmıştır.
Ölüm veya zafer vardı karşınızda.
Kolunuz, bacağınız toprağın, zafer sizin oldu.
Ya zillete düşecekti millet yahut ayakta kalacaktı devlet.
Siz gazi oldunuz, zafer milletin oldu ve ayakta kaldı devlet.
Aziz gazilerimiz, yüzünüz ağ olsun, ömrünüz uzun olsun.
Maşallah size kırk bin kere maşallah!