Adli tatilin ardından 2 Eylülde, 2019-2020 adli yıl açılışı Beştepede, Millet Kongre ve Kültür Merkezinde gerçekleşecek. Geçtiğimiz birkaç güne damgasını vurduğu üzere, barolarına kayıtlı bulunan avukatların sayısı itibariyle Türkiyedeki avukatların çoğunu temsil eden İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana gibi birçok baro törene katılmayacağını açıkladı. Sebebi ise, en önemli ilkesi bağımsızlığı olan yargının; adli yılını, yürütmenin başının kanatları altında açması. Ankara Barosunun yazılı açıklamasında belirttiği üzere;icra ettikleri görev gereği yargının daima direnme pozisyonunda bulunan avukatların, yeni adli yılın açılışını tarafı belli siyasi iktidarın mekânında açması; direniş seslerinin siyasi tahakküm altında kısılacağının göstergesi olarak yorumlanmaktadır.
Baroların açıklamalarının aksine bir çizgi belirleyen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlunun ise törene katılacağı ve gelenek olduğu üzere 15 dakikalık bir konuşma yapacağı açıklandı. TBB, sorunların konuşularak çözülmesi gerektiğini belirtmeyi de ihmal etmedi. Buna karşılık yine aynı TBB, 2016-2017 adli yıl açılış töreninin Cumhurbaşkanlığında yapılacak olmasının açıklanması üzerine törene katılmamış, seçilen mekânın kuvvetler ayrılığına zarar vereceğini belirtmişti. Bir sonraki sene ise yine aynı Feyzioğlu, törende kendisine söz hakkı verilmemesi nedeni ile Yargıtayın farklı görüşleri dinlemekten memnun olmadığına sitem ederek törene katılmamıştı. Üstelik bu kez tören Yargıtay binasındaydı.
2018-2019 adli yılında tören yine Cumhurbaşkanlığında düzenlenmiş ve Feyzioğlu, cumhurbaşkanlığı sistemini yine eleştirerek, bu sistemin yargının bağımsızlığına zarar verdiğine değinerek törene katılmamıştı. Sayın Feyzioğlu açısından geçtiğimiz bir yılda birçok şeyin değiştiğini görmek için adli yıl açılış törenine katılımında gösterdiği değişikliğe bakmaya lüzum yok.
Kişilerin görüşlerinin değişebileceğine ve insanoğlunun bu özelliğinin de son derece doğal ve erdemli olabileceğine kuşku yok. Ancak değişimin izlerini sürebilmemize karşın değişimin altında yatan sebebin aynı şeffaflıkta olmadığı, sanıyorum yalnızca benim paylaştığım bir düşünce değildir. Son olarak sorunların konuşularak çözüleceğinin işaret edilmesi şüphesiz ki iki açıdan önemlidir. İlk olarak iletişim kültürüne başta hukukçuların yapacağı vurgu çok kıymetlidir. İkinci olarak en azından bir sorunun varlığının kabul edilmesi, siyasilerden gelebilecek potansiyel yargıda kriz mıriz yok tavrı düşünülünce, şükredilecek bir tepkidir.
Barolar arasındaki bu fikir uyuşmazlığı, bağımsızlığına ve güncel siyasetin rüzgarından uzaklığına vurgu yapılan yargı için de potansiyel kutuplaşmaları beraberinde getirebilecek, hali hazırda sancılı yargı sistemimizi çeşitli başka krizlere sürükleyebilecektir. Ancak krizlerden, çözülmelerden, ileriyi görünmez kılan toz bulutlarından korkulduğu için kötü olana razı gelmek, huzurumuz kaçmasın sloganıyla sindirilmeye boyun eğmek ne erdemli hukukçulara, bilim insanlarına ne de cumhuriyetin doğası gereği devrimci yapısına uyacaktır.