Ahmet İnsel'in röportajı;
Bardakoğlu: Nüfus cüzdanlarında din ve mezhebin belirtilmesinin toplumdaki ayrışmayı ve kimlik belirlenmesini arttırdığını düşünüyorum.
Profesör Bardakoğlu’yla söyleşirken mezhep tartışması çerçevesinde de sorular sordum. “Örneğin Aleviler gibi, ‘Biz namaz kılmıyoruz, oruç tutmuyoruz, içki konusundaki yasağı kabul etmiyoruz’ deyip, sizinle aynı dünyayı paylaşmadıklarını ifade etme hakkı yok mu insanların?”
Yanıt ilginç: “Hayat namaz, içki ve oruçtan ibaret değil. Tarihi beraber yazdık. Anlaşma noktalarını bu üç şeyle sınırlı tutarsak, aile içinde ortak payda yok demektir. Dindarlık, Müslümanlık birkaç noktaya indirgenemez. Birçok ortak paydamız var. İlke şu olmalı: Yapan yapar, yapmayan yapmaz. Birbirimize engel olmadan ve birbirimizi zorlamadan özgürlük ortamı yaratmalıyız.”
Cemevleri konusu
Yanıt, cemevi sorununa açıklık getirmiyor. Cemevlerinin ibadethane olarak tanınması talebini soruyorum. “İnsanlar memnun olsun diye boncuk dağıtamayız. Dinin neye ibadet dediği neye ibadet demediği belli. Alevi kardeşlerimizin cemevinde yaptığı cem niyazı fevkalade güzel. Yapsınlar, biz de onların destekçisiyiz. Ama ona dair şöyle veya böyle dememiz konusunda lütfen rahat bıraksınlar. Cem, namazın mukabilidir derseniz sizinle birlikte yürürüz, değilse aramız açılır derlerse, bu benim ne diyeceğime onun karar vermesi demektir. Müdahalecilik olur.”
Alevilerin bir kısmı kendilerinin Müslüman değil de Alevi olarak tanınmasını isterse? “Alevilik Müslümanlıktan ayrı bir dindir demeye başlarsak o insanların vebalini gelecek olan insanlar çeker. Biz doğru bilgiyi söyleriz; o, kendini birlikte görür, görmez. Onun kararıdır..”
Tanınma
Alevi olarak tanınma talebinin ne sakıncası olabileceğini soruyorum. Çözüm için bir önerisi var: “nüfustaki din hanesinde yazan şeyle insanın dini belirlenmiş olmaz. Nüfus cüzdanlarında din ve mezhebin belirtilmesinin toplumdaki ayrışmayı ve kimlik belirlenmesini arttırdığını düşünüyorum.” Bardakoğlu, “Bu önemli ve ilk defa söylüyorum” diyerek sözlerinin altını çiziyor.
Ateistlerin Diyaneti olmak ne demek?
Bardakoğlu söyleşisinin dünkü bölümünde, “Herkesin Diyanet’i olmak istiyoruz” sözünün ne anlama geldiğini sormuştum. Başka dinlerle ilgili doğru bilgi verme, empati kurmaktan bahsetti. Ateistlerin Diyanet’i olmanın nasıl bir şey olduğunu sordum, inanç konusuna girdik. “Ayrım yapmamak, kendilerini dışlamamak, doğru bilgi vermek, kendilerine hoşgörü göstermek, İslam veya Hıristiyanlık dinleri konusunda düzgün bilgi veren bir kurum olmak demek.”
Yanıt benim için pek tatmin edici değildi. Ateist olduğumu, Tanrı’nın varlığına inanmadığımı ama inananların inancını da anladığımı anlatırken sözümü kesti: “Varlığı inancınızdan bağımsız, inansanız da inanmasanız da var” dedi. Ben de “O sizin inancınız” dedim. Gülüştük. “Hiçbir insan varlığına inanmasa bile Allah var” diye ilave etti. Kendi inancına göre bunun böyle olduğunu, benim de Allah’ı ve dinleri insanların yarattığını düşündüğümü söyledim.
Hiç sorguladı mı
Bu tartışmayı sürdürmek pek anlamlı değildi. “Gençliğinizde Allah’ın varlığını hiç sorguladınız mı” diye sordum. “İslam âlimlerinin verdiği bilgiye göre insanın bu konudaki merakı, sorulara cevap araması bile dinimizde ibadet anlamındadır”. “Sorgulama değil, daha çok merak etmek” diye düzeltti. Hz. İbrahim örneğini vererek “İnsanın kendiyle cebelleşmesi, kendi iç dünyasında bu tartışmaları yapıp olgunlaşarak yüce Allah fikrine ulaşması ve ona bağlanarak kulluk çizgisine gelmesi esastır; anne-baba telkiniyle Müslümanlık fikrine gelmesinden çok daha değerlidir” dedi.
Ateist olmak zor
Peki o cebelleşme sonunda benim gibi ateist olursa? Beni nasıl değerlendirdiğini sordum. “Sana saygı duyuyorum ama ateistliğin mümkün olduğunu düşünmüyorum”. O zaman benim mümkün olmadığımı mı düşünüyordu? Yanıtı, “Sizin de Diyanet’in laiklik içindeki yerine inanmadığınız gibi” oldu. Oysa devletten özerk bir Diyanet’in asıl laikliği sağlayacağı konusunda hemfikirdik.
“Ateizm çok ciddi bir çabayı ve tutunmayı gerektirir. Bir adamın dindar olması için uğraşması gerekmez. Dindarlık insanın varoluşuyla bir fıtratla gelir” deyince, bunun insanın kendi dışındaki bir doğruya teslim olması kolaylığı olduğunu söyledim. “Ateist olmak için bir hayli uğraşmak gerekir” diye yanıtladı. “Ben insan iradesinin ve çabasının onu başaracağı kanaatinde değilim. İç dünyanın, merakın, tasavvurun, bedenin sınırlılığının, zihnin sonsuz açılımının ateizme fırsat vermeyeceğini düşünüyorum.”
Dine bigane olmak
Bu söylenenden bir kişi ateist olabiliyorsa üstün insandır anlamı çıkmaz mı? “Allah’ın yeryüzünde bu kadar işareti varken ateist olmakta direnmenin anlaşılması zor”du Bardakoğlu’na göre. “Ateizm çok elit bir tercih veya söylem tarzı gibi geliyor”du ona. Halbuki başka ülkelerde ateist işçiler, köylüler tanımıştım. Onların çoğunlukla dine bigâne olduklarını, bunun ise genellikle ateizmle karıştırıldığını iddia etti. “Tabii olan dindarlık”tı. DİB veya kilise var olduğu için insanlar dindar değillerdi, insanlar dindar oldukları için bu kurumlar vardı. Vaktim yoktu, soramadım: Buradan, “dini insanlar yarattılar” sonucuna da varamaz mıyız?
‘İslam bir ekonomik model değildir’
Görüşmenin sonuna yaklaşmıştık. Benim aynı zamanda sosyalist olduğumu belirtip, her sosyalistin dindışı olmadığını, dünyada birçok dindar sosyalist siyasetçi olduğunu söyledim. Türkiye’de ise genellikle sosyalizm ve inanç zıt olgular olarak algılanıyordu.
Din ve yönetim
“Sosyalizm, kapitalizm gibi tercihler ile dinler aynı düzlemin kavramları değildir” diyerek söze girdi. “İslam dini ideolojik tercih olarak algılandı bir zamanlar. Sosyalizm ve kapitalizmin yanında üçüncü bir ekonomik model olarak algılanma yanlışına düşüldü. Halbuki sonra anladık ki İslam dini ile demokrasi ayrı düzlemdeler. Bu ikisini eşleştiremeyiz. Biri dindir diğeri yönetim şekli. İslam dini ne krallığa karşı demokrasiyi körü körüne destekler ne de tam tersi. Din açısından meşruiyeti sağlayan yöntem değil sonuçlardır”.
Müslüman sosyalist
Sosyalist ve Müslüman olunabilir mi? “Bir kişi hem Hıristiyan hem Müslüman hem Müslüman hem ateist olamaz. Ama hem sosyalist hem Müslüman hem Müslüman hem solcu olabilir. Bunlar farklı düzlemlerin kavramlarıdır.”
Ali Bardakoğlu’nun bana ayırdığı süreyi epey aşmıştık. Teşekkür ederek, yanından ayrıldım. Diyanet’in çoğu Ankara kamu binası gibi büyüklükle taşralılık arasında bocalayan binasından ayrılırken memnundum. İyi bir ilahiyatçı ile görüşmüştüm. Görevi dikkate alındığında sorun çözücü cesur önerilerde bulunmuştu. Aklıma sonradan gelen veya zaman darlığı nedeniyle soramadığım sorular için hayıflanmaya başladım. Onları da belki başka bir görüşmede kendisiyle konuşuruz.
Radikal