Yüzde elli artı bir çoğunluğu gerektiren yeni sistemimizde bir karar almak da malum zorlaşıyor, şu anki siyasi dengelerde koalisyon desteği olmaksızın yasa yapmak,politika üretmek neredeyse imkânsız. Hal böyle olunca, bir zamanlar iktidarda olan ve istikrarsızlıkla bağdaştırılan koalisyon sözcüğünü kullanmanın yazısız bir kuralla yasak olduğuna, ittifak dendiğine bakmayınız. Şu anda pekâlâ hem iktidarda hem muhalefette koalisyon iş birlikleri söz konusu. İşte bu iş birliği örneklerinden biri de son günlerde Anayasa Mahkmesini (AYM) hedef alan politikaların bir koalisyon ürünü olarak yürütülmesi. Hatırlayacaksınız geçtiğimiz hafta da kaleme aldığımız üzere AYMnin hedef alınması, İçişleri Bakanı Süleyman Soylunun AYMnin bazı kararları üzerinden AYMyi eleştirmesi,vatan millet için doğru kararlar vermediğini belirtmesi ile başlamıştı. Geçtiğimiz günlerde de İnfaz yasasından tutun da sosyal medya yasasına kadar meclise getirilecek yasalarda büyük etki sahibi Bahçeli, yazılı bir açıklamada bulunarak uzun uzun hayalindeki AYMyi anlattı. Bahçeli, ilk olarak Anayasa Mahkemesinin bir darbe ürünü olduğunu belirtti üstelik 27 Mayısın belki de en utanç verici isimlerinden olan Salim Başol, Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirilmişti. Türkiye tarihi bakımından Bahçelinin bu söyledikleri doğruydu ancak gerek dünya tarihindeki Anayasa Mahkemelerinin kuruluş tarihi gerek de darbecilerin AYMyi oluşturmadaki niyetleri Bahçelinin açıklamalarının tarihi gerçekleri manipüle etme niteliğinde olduğunu ortaya koyuyor.
Bahçelinin AYMnin darbeden tezahür ettiğini söylerken neden yanıldığını açıklayalım: Bahçelinin kurmaylarına şu soruyu sormakla başlayalım. Almanya başta olmak üzere bugün Türkiyedeki AYM benzeri anayasa mahkemeleri Avrupada nasıl bir siyasi bağlamda kurulmuştu? İkinci dünya savaşının kanlı elleri Hitler ve Mussolinin parlamento çoğunluğunu ele geçirerek başa gelmeleri, tüm insanlık dışı uygulamalarını parlamento onayından geçirerek yürürlüğe sokmaları,Avrupalı devletlere güçler ayrılığı çerçevesinde çoğunluğu denetleyen bir gücün olması gerektiğini göstermişti. Yani Bahçelinin iddia ettiği gibi demokrasinin ilkelerinin küflü prangası değildi bu mahkemeler. Şimdi Türkiyeye bakalım,1961 Anayasası Osmanlı ve Türk anayasa tarihindeki en demokratik anayasa idi,elbette Mili Güvenlik Kurulu gibi antidemokratik unsurları vardı. Ancak cunta ekibi, 1950-1960 döneminde git gide otoriterleşen hükümet benzeri bir hükümetle bir daha karşılaşılmasın diye Anayasa Mahkemesini kurdu. Üstelik 27 Mayıs darbecileri, antidemokratik bir yöntemle girdikleri bu yolda başta Avrupa olmak üzere dünyaya Türkiyeyi daha demokratik bir hale getirmeye çalıştıklarını göstermek istiyorlardı. Yani Bahçelinin savunduğu gibi AYM, demokrasi dışı yapıyı korumak için kurulan bir yapı değil antidemokratik uygulamalar karşısında dışarıya açılan demokratik pencereydi.
Son olarak, Bahçeli, AYMnin cumhurbaşkanlığı sistemine uygun şekilde yeniden yapılandırılmasını önermişti. Oysa siyasal rejimler ile AYM arasında bir bağ bulunmasını beklemek dahi absürttür zira parlamenter sisteme göre AYM olmadığı gibi cumhurbaşkanlığı sistemine göre AYM diye bir şey de yoktur. Montesquieudan yadigâr kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği kuvvetlerin fonksiyonu, biri diğerini sindirmeye çalıştığında buna izin vermemektedir. Dolayısıyla Bahçelinin, AYM onu sindirmemize izin vermiyor isyanı kendi açısından haklı ancak demokratik bir hukuk devleti bakımından kabul edilemezdir.