Bir kitap düşünün; kaleme alındığı dönemden ve konu aldığı ülkeden çok sembolize ettikleriyle ünlenmiş, birçok ülke için ilham kaynağı olmuş, okul müfredatlarında yıllarca okutulmuş ve hâlâ da okutulan bir kitap
Grigoriy Petrov tarafından kaleme alınan ve Finlandiyanın toplumsal kalkınma hareketini konu alan "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" eserinden söz ediyorum. Atatürk tarafından müfredata konulması önerilen, eserin kahramanı olan Snelmanın Atatürkü sembolize ettiği dahi düşünülen eser, özellikle Türkiye için kendisinden yalnızca coğrafik olarak değil, etnik ve kültürel anlamda da oldukça uzak olan bir dünya ülkesindeki kalkınma hareketinden fazlasını ifade ediyor. 1928 yılında Türkiyenin siyasi, ekonomik ve kültürel değişim hareketi sürerken "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" yi değerlendiren bir gazeteci, eser için: Fin halkı bizlerin, onun ağabeylerinin yolunu basitleştirmek, gittiğimiz yolda emin adımlarla ve şüphesiz yürüyebilmek için bir deney yaptı. Bu sadece bir örnek değildir. Bu ayrıca bizim de kazanacağımızın kanıtıdır. değerlendirmesini yapmıştı.
Aynen yorumcunun da ifade ettiği gibi Finlandiya askeri yapısından, toplumun dini algılayışına ve en önemlisi de toplumdaki eğitim hareketi konusunda körpe cumhuriyetin önünde bir örnek olmuştu. Fakat örnek olmanın ötesine giderek Finlandiya, Cumhuriyetin erken yıllarında Mustafa Kemale ve onun davasına inanlara umut kaynağı olmuş; Finlandiyanın başardığı gibi Türkiyenin de başarabileceğini göstermiş ve bu ülke manda altına girmeden toparlanamaz diyenlerin fikirlerini çürütmek için kanıt oluşturmuştu.
"Beyaz Zambaklar Ülkesinde" eserinde konu alınan ve günümüze hitap eden birçok noktaya rastlanabilir. Fakat bu başlıklar içerisinde belki de en önemlisi Petrovun devlet-aydın-halk üçlemesi arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini irdelediği kısımdır. Kendisi iyi eğitim almış herkesin, halkın içinde bulunduğu durumdan sorumlu olduğu düşüncesiyle hareket eden Petrov, bu denklem içinde devlete yalnızca bir organizatör ve hatta belki de bir gözetmen vazifesi biçer.
Nitekim bugün Finlandiyayı uluslararası sınavlarda birinci kılan, eğitim sistemiyle parmakla gösterilen bir ülke haline getiren işte bu anlayıştır. Toplum içinde herhangi bir alanda uzmanlaşmış kimselerin yine bu alanlar için gelecekteki uzmanları yetiştirme misyonu ile hareket etmeleri beklenmektedir.
Bu noktada devlet, aydınlarını da yanına alarak Cemil Meriçin deyimi ile fildişi kulesinden cahil ve kaba gördüğü halka bakan bir kral pozisyonunda olmamalıdır. Çeşitli alanlarda Atatürkün yurtdışına eğitim almaları için gönderdiği öğrencilerin daha sonra Türkiyede fakülteler, hastaneler ve sanat okulları kurarak Anadolunun dört bir yanından gelen öğrencileri yetiştirmeleri Atatürkün Cumhuriyetin aydınlarına, kendisinin zaten hiç girmediği, fildişi kulelerinizi yıkın emrinin vücut bulmuş halidir.
Cumhuriyetin erken yıllarından başlayarak bugüne kadar Türk aydının bu misyonu ne kadar boyunlarının borcu bildikleri ve Anadolunun dört bir tarafından Hilmi Ziya Ülkenler, Fazıl Saylar yetiştirme gayretinde olup olmadıkları uluslararası sınavlarda Finlandiya ile Türkiye arasındaki sıralama farkını yaratan husustur belki de.
Halkın yüksek eğitim görmüş, düşünsel anlamda kendini geliştirmiş kesimini halka hitap etmeye teşvik edecek olan kuşkusuz ki devlet mekanizmasıdır. Devlet, "Beyaz Zambaklar Ülkesinde"de ifade edildiği gibi üst katlarında geniş pencereli ve yüksek tavanlı büyük, ışıklı odaların, alt bölümlerinde ise penceresiz, kasvetli, dar ve nemli bodrum katlarının yer aldığı bir kule değildir. Nitekim devlet adamlarının halktan uzak durduğu, toplumun büyük kısmını cahil ve eğitilmez gördüğü bir ülkede aydınların bütün varlıklarıyla halk için çalışması da beklenemez.