Haber Girişi : 04 Mayıs 2014 20:10

AŞK ATEŞİ CENNETİN NURUNU CEHENNEMİN ATEŞİNİ SÖNDÜRÜR

AŞK ATEŞİ CENNETİN NURUNU CEHENNEMİN ATEŞİNİ SÖNDÜRÜR

Bu iddialı başlık Hz. Mevlana’nın sözüdür.  

Elbette bir medeniyetin edebiyatında, felsefesinde “sevgi/aşk” üretilip, yaşatılıyorsa o medeniyet canlı, insani ve ahlaki bir medeniyettir. Sevgi medeniyetine cennet medeniyeti de diyebiliriz. Orada insanı rahatsız eden hemen hiçbir şey olmadığından hayat doyasıya yaşanır ve yaşatılır. 

Sevgi yerine kin, nefret, düşmanlık tohumları aşılanarak büyütülüp yaşatılıyorsa o medeniyet kısa süre canlı olsa da insani ve ahlaki bir medeniyet değildir. Sevgisiz hayat zaten cehennem demektir. Onun için Mevlana, “aşk ateşi, cennetin nurunu cehennemin ateşini söndürür” demektedir. Her iki mekân da gönülle kazanılır. Gönül ya mutluluk, ya da mutsuzluk ülkesidir.   

Sevgi ya da Arapça ifadeyle aşk üzerine yazılmış, onun anlaşılması ve yaşatılması için kaleme alınmış felsefi derinlikli kaç eser kütüphanemizi süslemektedir. Ya da kaç eser okuduk….

Eğitim hayatımda hocalarım ve çevremden sevgi üzerine al da şu eseri oku diyen ve beni yönlendiren biri olmadı. Kendi el yordamımla ne bulduysam okumaya çalıştım. Tahirü’l-Mevlevi’nin şerh ettiği Mevlana’nın açıklamalı “Mesnevi”sini 1979 yılında gaz lambasının ışığı altında okuduğumda Mevlana’nın gözünde İslamiyet’in güler yüzünü ve sevgi dini olduğunu gördüm. Rahmetli Ordinaryüs Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’in “Aşk Ahlakı” eserini 1981 yılında alıp okuduğumda işin derinliğini ve zenginliğini fark ettim. Yunus Emre’nin ve Karacaoğlan’ın şiirlerini, Fuzuli’nin Su Kasidesi’ni,  Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sini ve hanımlarına yazdığı mektuplarını, İbn Hazm’ın Güvercinin Gerdanlığı’nı ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalat’ını iyi ki okumuşum. Çünkü sevgi üzerine ne çevremiz, ne de aldığımız eğitim bizi yeterince beslemiyor. Yine 1983-84 yıllarında Erich Fromm’un Sevme Sanatı’nı okuduğumda sevgi işinin aile, okul, sokak, mabet ve kışlada çıraklık ve ustalık yoluyla bir sanat olarak öğrenildiğini ve sevginin kendini, atanı, çocuklarını, kardeşini, komşunu, arkadaşını, karşı cinsi, tabiatı ve Tanrı’yı sevme olarak parçalandığını gördüm. Arthur Schopenhauer’un Aşkın Metafiziği ile Leo Buscalia’nın Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek eserleri de bana epeyce katkı yaptı. 

Daha sonra adlarını saymadığım “sevgi” üzerine yayınlanmış epeyce sayıları kabarık kitapları topladım. Öğretmen adaylarının sevgi üzerine derinliğine düşünmediklerinde, sevgiyle hayata bakmayı ve öğrencilerine baktırmayı beceremediklerinde gülü ve meyvesi olmayan çalılığa benzeyeceklerini, ham ve kaba softa aynı zamanda da kindar olacaklarını bildiğim için üniversitemde  “Sevgi Eğitimi” üzerine seçmeli ders verdim.  

 İnsanlık tarihinde son iki yüz yıla  “ideolojiler yüzyılı” diyorum. Bu yüzyılda siyasi ve dini anlayışların çoğu ideolojileştirildiği için kimlikler ve kişilikler “ideolojilere” göre biçimlendirildi.  Bu çağlar içerisinde İhtilallar kanlı oldu. Sadece Rus Bolşevik İhtilalı 1917-1953 yılları arasında 54 milyon Rus vatandaşının katline neden oldu. Çin ihtilalında Mao yönetimi 27 yılda 70.000 milyon Çinliyi katletti. İdeolojiler kendinden olanlara yakınlığı, korumacılığı ve tarafçılığı, olmayanlara ise kini, nefreti ve ölümü reva gördüler. 

Edebiyatımızda “sevgi” üzerine derinlikli ve felsefi eserler Batı edebiyatında yazıldığı kadar olmasa da, azımsanmayacak kadar kaleme alınmış eserlerimiz var. Bu değerli eserlerimizden birisi de aşk kavramını ideolojilere bulaştırmadan ve kirlenmesine müsaade etmeden, hep insanca ve pek insanca bir tavır ve tutum içerisinde Arı ve Sanat yayınları arasında çıkan “Aşk’la”  adlı eserdir. Bu eseri kaleme alan Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi değerli hocamız ve dostum Prof. Dr. H.Ömer Özden’dir. 

Kin ve nefretin, ötekileştirmenin yaşandığı bir dönmede saf, katışıksız ve beklentisiz sevgi bahçesine bizleri davetinden dolayı hocamı tebrik ederim. 

Ruh, yürek ve vicdan sağlımız için sevgi ne kadar da önemli. 

Hele hele İslam dünyasında türlü adlar altında Allah’u-Ekber/Allah En Büyük nidalarıyla birbirini hiçbir vicdana sığmayacak biçimde acımasızca boğazlamaların olduğu bir zamanda, aşk üzerine eser yazan, sevmenin bir sanat ve derinlikli insan işi olduğunu belirten hocamızın eline, emeğine ve kalemine sağlık. Aşk üzerine bizleri yaşamaya ve yaşatmaya çağıran, düşündüren sesin Erzurum’dan yeniden yükselmesi Erzurum’a yakışan bir sestir.  Birbirimize sesimizi yükseltmeyi meziyet saydığımız,  bir su isterken bile etrafa emir cümlelerini yağdırdığımız, rica cümlelerini söylemeyi kendimize yakıştırmadığımız bir ortamda kulağımıza sevgi sözcüğünü anlamlarıyla ve içerisini doldurarak fısıldayan bu eseri bir çırpıda ve zevkle okuyacağınızı salık veririm. Eserde hocamız, aşk ve varlık, aşk ve insan konusunu derinliğine işlemektedir. 

“Aşk, sultanı-ı âlem-i candır

Aşk indinde akl nadandır.” (Erzurumlu İbrahim Hakkı, Aşk’la, s.53.)