Devlet, kimi kamu görevlilerinin Paralel Yapı'yla etkin mücadele etmediğini düşünüyor...
Türkiye Cumhuriyeti'nin başına musallat olmuş en büyük belalardan, hatta en büyüğü olan Paralel Yapı'yla mücadelede, kimi kamu yöneticilerinin eyyamcılıkları artık devletin zirvesini de bıktırdı.
Sehrinde olup bitenlerden zerre kadar haberi olmayan adamların telefon talimatıyla, bizi içeri tıkmak isteyenler unutmasınlar ki ne onlardan, ne de onlara emir veren biçarelerden korkmuyoruz.
Biliyorduk, bu uğurda yapayalnız kalacağımızı... Bu şehir adına siyaset yapanların hiç biri, bu şehrin karşı karşıya kaldığı gerçek sorunların hiç birinin farkında değiller. Olsun; biz çıktığımız bu yolda onların değil, halkın sağduyusuna güvendik. "O gazeteciyi (yani beni) tutuklatmazsan seninle yollarımız ayrılır, diyen adamları da öğrendik, vatan hainlerini de...
Sevgili dostlar muhtemelen tutuklayacaklar da...
Hangi suçtan!?.
Tabii ki ne hırsızlık, ne rızsızlık, ne hortumculuk, ne şerefsizlik, ne vatanı satmak, ne paralelci olmak, ne kumpasçılık, ne de alçaklık!.
Muhtemelen, bu şehirde olup biteni zerre miskal anlamayan bir adamın şikâyeti üzerine...
Siz siz olun, o adamı hafife almayın. Zira o adam, bu gün iktidar saflarında. Tamam, düne kadar nerede saklanıyorduysa saklanıyordu; ama bugün Ankara'da hükûmran... Öyle ki birilerine emir verebiliyor! Şunu tutuklayıp, bunu asın?
Şimdi size soruyorum: Bu ülke paralelle mücadele edebilir mi edemez mi?
Elbette başından beri görüyor ve biliyordu; bekledi, bekledi ki belki gerçeği görürler de sabırla yasaların kendilerine verdiği yetkiyi kullanırlar!
Baktı ki hayır; birileri salağa yatıyor, birileri de mücadele
yapıyor(muş) gibi akıllarınca devleti uyuttuklarını sanıyor! Bunun üzerine, zaten başından beri büyük oranda üç kişinin omuzları üzerine binmiş olan bu ağır ve kirli yükten, her kamu yetkilisinin sorumlu olduğunun gerçeğini yeniden, hem de en tepeden çıkan yazılı emir hatırlattı: Kimse bu meselede görevini savsaklama lüksüne sahip değildir!
Evet; tam da tahmin ettiğiniz gibi Paralel Devlet Yapılanması olan PDY'den söz ediyoruz.
Devlet, daha doğrusu devletin bazı birimleri kelle koltukta, iki buçuk yılı aşkın süredir paralel yapıyla mücadele ediyor. Kabul edelim ki geçen bu sürede tahminlerin çok üstünde bir başarı elde edildi; ancak mazisi 40 yılı bulan bir gizli yapılanmanın, devletten tümüyle temizlenmesi de mümkün olmadı. Aslında mümkün olabilirdi; lâkin elinde kamu erki bulunduran herkes, bu uğurda adam akıllı bir duruş sergilemedi ve sahici bir mücadele vermedi.
Bazıları zevahiri kurtarma adına tamamen tribünlere oynarken, bazıları da "amandır yarın durum değişir, başım yanar," diyerek, o kıt akıllarıyla hem devleti hem de paralel yapıyı idare etmeye çalıştı. Ülke genelinde yaygın olan bu ikiyüzlülüğe biz Erzurum'da onlarca kez tanık olduk.
Kabul edelim ki devletin Paralel Devlet Yapılanması ile en etkin mücadelenin yükü birkaç vatanperverin yönetimindeki yürekli ekiplerin omuzlarında... O ekiplerin kaptan köşkünde hiç kuşku yok ki Cumhurbaşkanı Erdoğan oturuyor. Bu uğurda en büyük yardımcıları ise İçişleri Bakanı Efkan Ala, MİT Müsteşarı Hakan Fidan (bir kaç gün önce koltuğunu dava arkadaşına bırakan HSYK Başkanvekili Metin Yandırmaz) ve tabii ki Başbakan Davutoğlu..
Ana iskelet bu... İşin mutfağında Ala, Fidan ve Yandırmaz'ın isimsiz kahramanlardan oluşan ekipleri, mesai arkadaşları, bu meselede gözünü budaktan sakınmayan gönüllü dostları var. Misal; medyanın bir bölümüyle, kimi sivil toplum örgütleri...
Kırk yıllık bir süre içinde devletin en kılcal damarlarına kadar nüfuz etmeyi başarmış ve bu yolda başta Amerika, İsrail ve İngiltere olmak üzere, pek çok devletten hem lojistik hem de istihbarat desteği almış bir yapının, akşamdan sabaha
süpürülüp atılmasını beklemek aşırı iyimserlik olacaktı.
Tahammül, güçlü bir irade, bilgili ekipler, ileri teknoloji, sağlam istihbarat, yürekli yöneticiler ve en önemlisi de (yapılan işler hukuk dairesinin dışına çıkmaması için) sabır gerekiyor.
Türkiye, bütün bu gerekleri yerine getirirken, meselenin bir yanını ıskaladı!.
Paralelle mücadelede, devlet için hava ve su kadar gerekli olan insan unsurudur. Bu çapta bir mücadelenin önderleri ne kadar inançlı ve azimli olursa olsun, mücadelenin içeride ve dışarıda amacına ulaşabilmesi için samimi, vicdanlı, cesur, kararlı ve de bilgili kamu görevlilerine ihtiyaç var.Yani tavşana kaç, tazıya tut demeyecek, gücünü hak ve hukuktan alan, ayrıca milletini ve devletini seven kamu yöneticilerine de...
Yavuklusuna zifiri karanlıkta işmar eden insanlarla böylesine büyük davalar menziline erişemez..
Net olacak, safı belli olacak, sözü özü bir olacak...
Alvarlı Efe Hazretleri diyor ya, "Şol yüzleri dost, özleri düşmandan usandım?"
Artık bu millet de bu devlet de eyyamcı, riyakâr ve mezarlıktan geçerken ıslık çalan insanlardan bıktı, hatta fena halde yoruldu...
Ve nihayet Ankara kırmızı alarm verdi!
Cumhurbaşkanlığı'na bağlı olarak faaliyet gösteren Devlet Denetleme Kurulu (DDK)'nun, kamu kurumlarına gönderdiği yazılı talimatın satır araları iyi okunduğunda, tarafımızca da yapılan bu tespitin, önemli bir "sorun" olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Devlet, kimseden kraldan çok kralcı olmasını beklemiyor da istemiyor da... Devlet diyor ki; elinde yetki bulunan her kamu görevlisi, tıpkı diğer yasadışı örgütlere karşı nasıl ki teyakkuzda olmak ve mücadele vermek zorundaysa, ülkemizin ve devletimizin istiklâline kasteden bu uluslararası yasadışı örgüte karşı kanun ve hukuk çerçevesinde mücadele etmek mecburiyetindedir?
Bu kadar açık!
DDK'nın o yazısında var mı bilmiyorum; ama ilk mektebe giden bir çocuk bile bilir ki kanun dışı oluşumlara karşı mücadele etmeyen; ya da yetkisini kullanmayan bir kişi, o yasadışı oluşuma yardım ve yataklık etmiş sayılır.
Nasıl ki Erzurum'da, paralel yapının mallarının üstüne konmak isteyen (bu yolda bir hayli de mesafe alan) başka bir cemaat, paralel yapı adındaki bu terör örgütüne yardım ve yataklık ediyorsa...
AK Parti iktidarıyla birlikte bu ülkede kimse inancından, ideolojisinden, fikrinden ve yürüttüğü toplumsal faaliyetten ötürü yasal takibe, kısıtlamaya, ötekileştirmeye tabi tutulmadı. Doğrusu da buydu zaten...
Fakat birileri bu hakkı, "devleti ele geçirme" ya da "devlet imkânlarını yalnızca kendi yandaşlarına sunma" amacıyla kullanmaya kalkarsa, işte orada kaos ve anarşi çıkar. Çünkü, eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olur.
Misal; bazılarının Erzurum'da ısrarla tesis etmeye çalıştıkları sistem gibi:
Paralel gitsin, falanca gelsin!
Hayır; biz paraleli de falancayı da istemiyoruz! Biz, yani bu ülkenin kahîr ekseriyeti; -ki, bu aynı zamanda iktidarı da destekleyen kitledir- devleti, herkese ve her inanç grubuna mensup insana hizmet eden bir müessese olarak görmek istiyoruz. Şucunun ya da bucunun hegemonyası altında parsel parsel pay edilmemiş, her vatandaşını kucaklayan bir yapının olmasını istemek kadar doğal ve hak olan bir isteği dile getirmek suç mu!?
Her ne kadar yazımızın öznesi, devlet adına söz söyleyen; ama devletin ve milletin âli menfaatlerini hukuk planında gözetmeyen kamu yetkilileri ise de esasında bu, kellem yekûn bir haldir.
Toplumsal hafızamız ve kadim devlet aklı bize göstermiştir ki; devlet içinde devlet olmaz. Olursa eğer işte hep birlikte yaşayarak gördüğümüz gibi milletin sinesinde nice onulmaz yaralar açılır.
İyi mi oldu bu?
Baksanıza kardeş kardeşe küs, akrabalar birbirine mesafeli, arkadaşlar arasında derin ayrılık, baba evladına güvenmiyor!
Devlet ise, zaten diken üstünde...
17-25 Aralık yargı darbe girişimi, aslında bizim devlet geleneği içinde örneğine belki de yüzlerce defa rastladığımız bir durumdur, yani yabancısı olmadığımız bir şey...
Oğlunun babasına darbe yaptığı bu gelenek içinde, merkezi Amerika'da olan bir darbe girişimi niye bizi bu kadar sarstı ki!?.
Sarstı... Çünkü:
Bu, daha önce emsaline rastlamadığımız bir darbe girişimiydi. Bir kere milli değil, yerli hiç değil!
Darbenin her türü iğrençtir elbette; lâkin bu, öncekilerine rahmet okutacak derecede çirkin, rezil, alçak ve ihanet yüklüydü. Öyle ki, amacı sadece iktidarı devirmek değil, bütün bir ülkeyi müstemleke kılmaktı. Bu sebeptendir ki paralelin bu darbe girişimini, bir kaç albayın ya da bir kaç marjinal yazarın fantezisi olarak göremeyiz.
Cumhurbaşkanı da söyledi. Türkiye bölücü PKK'ya karşı amansız ve kahramanca bir mücadele veriyor. Bu mücadele sırasında, ihanet çetesine mensup ve ne yazık ki hala kamu görevlisi olan bir takım hainler yüzünden satılık durumundayız!
Nedeni ortada: Devlet olarak, içindeki Paralel'ci unsurlardan kurtulabilmiş değiliz.
Ha bire ihanet edip duruyorlar.
Bu şehir adına siyaset yapan ancak bu şehirde olup bitenlerden zerre kadar haberi olmayan kişiler yüzünden Erzurum, daima sırtından hançerleniyor.
Birileri öylesine bir gaflet uykusuna yatmış ki hiç görmüyorlar, bir kaç yıl sonra, bugün nutuk atıp dolaştıkları bu şehrin sokaklarında ancak özel izinle gezebilecekler!
Onların bazıları iktidar forsunu kullanarak şu ya da bu kamu görevlisini telefonla arayıp, bugün kendisini eleştiren gazeteciyi tutuklatmak istemekle, yarın toslayacağı duvardan kurtulacağını zannediyor!
Tut ki senin emrinle, o gazeteci tutuklandı!.. Bugünün Erzurum'unda senin emrinle bir hafta içinde tüm yargı kurallarını yok sayarak işlem yapanlar, mümkün ki o gazeteciyi de tutuklarlar. Bu, hiç de şaşılacak bir şey olmaz!
Tatmin olacaksan ol da; ama bu, bu şehrin yarın düşeceği çukur karşısında hiçbir öneme sahip değil ki!
Keşke mesele bu kadar basit olsaydı. Hiç önemli değil; bendeniz gider mapus yatardım ama bilirdim ki, "yalnız ve güzel ülkem" ve de bu milletin tarihinde temel taşlardan biri olan şu mübarek şehrim kurtulacak...
Kimse kimseyi kandırmasın:
Canınız sıkılıyor olsa da; hatta beni "içeri"ye attırmak için nasıl kollektif bir çalışma sergiliyor olursanız da olun, Allah şahit, hiç mi hiç umurumda değil!
Sizden de sizin emrinizle devlet mekanizmasını harekete geçiren makam sevdalılarından da korkan namert olsun...
Benim bütün meselem; Erzurum ve ülkem...
Görüyorum ki tıpkı avuçlarımdan kayıp giden sabun gibi, Erzurum usul usul yitip gidiyor.
Eğer ben bugün bunu haykırmayacaksam, Allah o dilimi ilelebet sustursun lâl eylesin e mi!..
Önce paralelciler tehdit etti: "Andolsun ki, seni Havuzbaşı'nda darağacında sallandıracağız, diyenler şimdi de güya aynı safta olduğumuz halde olup bitenlerden haberi olmayan adamlarla aynı tehdidi savuruyor:
Seni tutuklatacağız, seni hapislerde çürüteceğiz.
Böyle emir verdiler ve o emir anında kuvveden fiile geçti.
De haydi...
Efendiler, beni tıpkı paralelcilerin istediği gibi o ipte sallandırmazsanız sizden şerefsizi yoktur.
İşte buradayım!..
Başından beri dediğimiz ama bir türlü Ankara'ya anlatamadığımız tam da buydu işte!
Erzurum'da birileri hakiki anlamda, haydi isim de vereyim; Vali Ahmet Altıparmak, Emniyet Müdürü Kâmil Karabörk, MİT Bölge Başkanı Ahmet Celalettin Yüksel ve de aslında doğrudan hiç bir ilgisi olmadığı halde Bölge Adliyeler Başsavcısı Ünal Bingül...
Hedef göstermemek için isimlerini vermiyorum, (Çünkü artık öğrendik ki ne kadar paralelle mücadele eden yurtsever varsa öyle ya da böyle hepsinin ipini çekiyorlar, özellikle de Erzurum'da ve sözde Parelel'le mücadele ettiğini söyleyen yönetim nezlinde?)
Peki diğerleri?
Ankara'nın yine canı sıkılacak; ama söylemek zorundayım. Diğerleri zenginlerin sofralarında gününü gün ediyor, daha üst makama gelmek için türlü numaralar çekiyor, kimi de tam da Cumhurbaşkanlığı'nın dediği gibi Paralel'le mücadele ediyor(muş) gibi yapıyor. (Ne yazık ki devlet de bunu çoğu zaman yutuyor!..)
Günün her saatinde birilerinin bana söylediği, "kendini böylesine açık hedef etme! Göreceksin, gün gelecek bu devlet yeniden Paralel Yapı'yla iş tutacak, arada sen de ziyan olacaksın," sözünü unutmam mümkün değil?
Yüreğimin bir yanı bunu beni ajite etmeye dönük olduğunu söylüyor, öbür yanı da "yabana atma" diyor.
Ben yabana atıyorum...
Söyler misiniz ey dostlar, ölümden öte köy var mı!?
Oldu ya, onlar ve onların karşısında duruyormuş gibi yapanlara rağmen, aslında onlardan çok onlar kazandı!
Olabilir, hiç de uzak ihtimal değil...
O durumda demek ki beni sallandıracaklar.
Çok komik!.. Dedim ya; onlardan korkan onlar gibi olsun.
Efendiler, zorunuza gidiyor biliyorum; ama az daha bekleyin, maç daha bitmedi.
Çünkü; bu millet daha son düdüğü çalmadı...