Zeytin Ağacı

Çiçeklerin  açtığı, serin  de  olsa  güneşli  sabahlarla  uyanılan, küçük  yürüyüşler, bahçe  yemekleri  gibi  mutluluk  detaylarının  gerçekleştirilebileceği  bir  dönemdir  Nisan  ayı…

Ve  şarkılara,  şiirlere,   filmlere  konu  olan  Nisan  yağmurlarına  alışıktır  Rizeliler. Kutlu  Doğum’un  bereketinden  midir  bilinmez , ışıklar  içinde  bir  günü  yaşıyordu  Rize…

Berrak, temiz, dumansız…

Neredeyse  ılık, şımartıp  ısıtan  bir  güneşin  sürpriz  sıcaklığını  hissederek  şehrin  en  uzun  caddesinde  süratlice  ilerliyorum.

Bu  caddeler  benim  için  hayallerle  ve  hatıralarla  dolu.

Hayalete  dönüşmüş  hatıralar…

Birçoğunun  aksine  hayaletlerden  çekinmem, aksine  severim  onları. Artık  kaybetmiş  olduklarıma  hala  sahip  olabilmemi, onlarla  konuşabilmemi, onları  özleyebilmemi  sağlarlar.

O  kadar  fazlalar  ki…

Bu  caddeler  hatıralarımla  dolu, buralarda  gezinirken  yıllar  içinde  ne  çok  insanı  düşündüm.

Birçoğu  artık  ne  bir  hayal  ne  de  bir  hayalet…

Yoklar.

Kaybedince  kaybetmiyorsun  belki  ama, bir  gün  unutursan, yüzünü  hatırlamazsan, adını  söylemek  içinde  bir  kıpırtı  oluşturmazsa  kaybedersin  onları.

Unutursan  kaybedersin.

Unutmak  kaybettiriyor.

Ama  bence  zor  olsa  da  unutmamalı  insan…

Bu  şehrin  caddelerinde  bundan  tam  yirmi  yıl  önce  boynuma  kementle  astığım   iki  yüz  altmış gazeteyi  sabahın  kör  saatinde  abonelere  dağıttığımı  ve  sonrasında  kan  ter  içinde  okuldaki  derslere  yetişmeye  çalıştığım  günleri  hatırlıyorum.

Ve  Orta  Okul  yıllarımı, öğle  paydosunda  genellikle  yediğimiz  ve  bir  daha  aynı  lezzeti  alamayacağıma  kesin  kanaat  getirdiğim  ekmek  arası  domatesleri  hatırlıyorum.

Kokusunu  halen  unutamadığım  hormonsuz, organik , kızıl  domatesleri…

Şehrin  göbeğindeki  Orta  Caminin  tam  karşısında  yer  alan  amele  pazarının  girişinde  camekanlı  yeşil  el  arabasıyla  her  sabah  namazdan  sonra  tezgah  açan  ve  yüzünden  tebessüm  hiç  eksik  olmayan  börekçi  Hacı  Seyfullah  amcayı  hatırlıyorum.

İnternetin  hayal  bile  edilmediği, özel  televizyon  kanallarının  henüz  tam  faaliyete  geçmediği , sade  fakat  huzurlu  geceleri  hatırlıyorum.

Özlüyorum.

Selamlaşmanın   menfaate  dayalı  olmadığı  ve   ‘’güven’’  duygusunun  ‘’aldatma’’  kavramıyla  bu  günkü  kadar  bütünleşmediği  ahlaki  yapıyı  özlüyorum.

Çok  değil, yirmi  yıl  öncesini  düşlüyorum…

Bu  günü  yaşadıkça  dünü  daha  iyi  anlıyor, zamanla  değişimin  faydasından  çok  zararını  fark ediyorum.

 Ve  dünü  değil, bu  günü  unutmak  istiyorum.

Kaybetsem  de  yeniden  o  günleri  yaşamak  istiyorum.

Kaybedince  kaybetmiyorsun  belki  ama, bir  gün  unutursan, yüzünü  hatırlamazsan, adını  söylemek  içinde  bir  kıpırtı  oluşturmazsa  kaybediyorsun   onları.

Geçmişi  sadece  tatlı  veya  acı  bir  hatıra  olarak  görmemeli  insan;  yaşadıklarını, sofrasında  ‘’maydanoz’’  değil, ana  ‘’mönü ‘’ yapmalı.

Cadde  boyunca  hızla  yürümeye  devam  ederken  güneşi  kesen  yüksek  ve  heybetli  Kültür  Sarayı’nın  gölgesindeki   balıkçı  dükkanından  gelen  müzik  sesine  kulak  veriyorum. Her  mevsim  tezgahından  balık  eksik  olmayan  ve  tezgahtarlarının  çığırtkanlığıyla  caddeye  hoş  bir  harmoni  oluşturan  ayağı  çizmeli  balıkçıları  ilgiyle  izliyorum.

Kutlu  Doğum  haftasının  estirdiği  o  güzelim  meltemi  ta  içerlerimde  hissediyor, bilboardlarda  asılan o  muhteşem  Kutlu  Doğum  programlarını takdirle  izliyorum.

Peygamberimi, aziz  sahabi  kadrosunu  ve  mücadelelerle  dolu  altmış  üç  yılını  düşünüyorum.

Ve  salavat  getiriyorum  ona,  şefaatçi  olmasını  diliyorum. 

Ve  ışıklı  bir  Nisan  gününde  peygamber  çiçekleri  açarken  elimde  sıkıca  kavradığım  bavulumla  birlikte  hızlıca  havalimanına  doğru  ilerliyorum.

Gidiyordum.

Memleketimden  sonra  en  çok  sevdiğim  şehir  beni  bekliyordu …

İdeallerimin  hayata  geçeceğine  inandığım  o  kutlu  şehir;  İstanbul’un  Anadolu’suna  ya  da  Anadolu’nun  İstanbul’una  doğru  koşuyordum. Çocukluğumdan  beri  eserlerini  okuyarak  hayranı  olduğum  ve   Padişahları  ardınca  yürüten, Sultanlar  Sultanı  Aziz  Mahmut  Hüdai’ye  komşu  olacaktım.

Mutluydum  ve  gitmeliydim…

Niyetim  birkaç  zeytin  ağacı  dikmek  ve  beyaz  güvercinler  yetiştirmekti.

Bunun  için  gidiyordum.

Ve  dudaklarımda  ‘’sensin  bize  bizden  yakın’’  hüseyni  ilahisiyle  bu  şehre  veda  ediyordum…

Abdurrahman KARAL
Üsküdar Barbaros Camii İmam Hatibi

24.04.2010 18:54:00