Tefekkür dili klasiklerle kurulur

Yer altında bir mağara düşünün. Mağaranın ağzı ışıklı bir yola bakıyor. Mağaranın içinde insanlar var. Ama kollarından, bacaklarından ve boyunlarından zincirlenmişler; yüzleri duvara dönük, ışığı göremiyorlar. Mağaranın ağzından birçok nesne geçiyor, nesnelerin gölgesi mağara duvarlarına vurmakta. İnsanlar sadece bu gölgeleri görebiliyorlar ve gölgeleri gerçek sanıyorlar. Onlar için gerçeklik, gerçekliğin duvara yansıyan gölgesinden öte değil. Şimdi bu insanlardan birinin zincirlerini kırmayı başardığını ve yüzünü mağaranın ağzına döndüğünü düşünün. Ne olur. Önce gözleri kamaşır aydınlıktan, hiçbir şey göremez. Ama gözleri ışığa alışınca gerçeklikle yüzleşir. İşte mağara ve duvarlarındaki gölgeler duyularımızla gördüğümüz, kavradığımız dünyadır. Bu gölgelerle yetinmeyip başını ışığa çeviren insan, duyular âleminden düşünce âlemine yol alan bilgedir.Platon’un bu mağara istiaresi, duyularla algılanan dünya ile tefekkür ile algılanan ideler (soyut düşünce) âlemini birbirinden ayırır. Bu istiareye göre duyuların bilgisiyle yetinmeyen tefekkür, insanın ışıkla yani hakikatle ve gerçeklikle yüzleşmesini sağlar. Ne var ki gerçeklikle yüzleşen insan, çoğu zaman yalnızdır ve yalnızlığı içinde tutuklu kalması kaçınılmazdır.

Zira ışığı gören insanın tekrar mağaraya döndüğünü varsayarsak, mağaraya dönüp diğer insanlara gerçekliği anlatan insan, onların kendi dilini anlamadıklarını fark edecektir. Sadece mağaranın ve duvarına yansıyan gölgelerin bilgisine sahip insanlar, ışığa bakan bilgenin bilgisine uzaktır. Soyut düşünce âlemini maddesel âlemden farklı ve yüksek bir düzey olarak anlatan bu istiare, tefekkür dilinin herkesin vâkıf olabileceği bir dil olmadığını da ima etmektedir. İnsanlığın yazınsal tarihinde tefekkür dilinin en üst düzeyde temsil edildiği eserler, klasikler olarak karşımıza çıkar. Her kültür, her dil içinde o dil ve kültürün bir ürünü olarak ortaya çıkan klasikler, üst düzey düşünce ürünleridir. İstiare bağlamında söyleyecek olursak klasikler, insanı mağaranın dışına yönlendiren eserlerdir.

Mağaranın dışı ve klasikler Zaman testine dayanarak hemen her dönemde bir şekilde önemini koruyan klasikler, ait oldukları kültür ve medeniyetin temel metinleri olduğu gibi, bazen “bir kültür ve medeniyete ait olma" sınırlarını da aşma özelliğine sahiptir. Böylece klasikler, ulusal olduğu kadar uluslararası dolaşımda da olabilen düşünce ürünleridir. Klasikler bir tür çekim merkezi gibi farklı dili konuşan insanları “ortak düşünceye/anlama doğru" çeker. Bu perspektiften bakıldığında klasiklerin adeta insanı “insan olma" temelinde derinden kavradığını ve onu ortak bir düşünce ufkuna doğru sürüklediğini düşünebiliriz.

Klasik eserlerin insanı “kavraması" derinlikli olduğu kadar uzun solukludur da. Bu nedenle örneğin klasik eserleri aforizma mahiyetindeki eserlerden ayırırız. Aforizma mahiyetindeki cümleler ve bunların derlenmesiyle oluşan eserler, elbette bir tür beyin fırtınası işlevi görür zihinlerde. Son derece etkileyici, can evinden yakalayan ifade şekilleridir aforizmalar. Cemil Meriç’in, Nietzsche’nin aforizmaları gibi. Âdeta insanın zihnine birer alev mızrak gibi saplanır; Cemil Meriç’in kendi ifadesiyle de söylediği gibi: “Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insanının uyuşan şuuruna bir alev mızrak gibi saplansın." Ne var ki bir tür şiirdeki duygusallığın bizi yakalaması gibi şuurumuza saplanan bu cümleler, uzun soluklu eserler gibi sürekliliğini korumaz belleklerde. Bu yüzden aforizma mahiyetinde yazan düşünürleri okurken cümleler çizeriz eserinden, belki onlarca cümle. Ama bir paragrafı çizdiğimiz olmaz, zira kesik kesiktir bütün vurucu ifadeler onların nesirlerinde. Bir tür mutasavvıfta görülen şatahat hâlinin ürünleri gibidir aforizmalar, keskin, etkileyici ama geçici benliğimizde.Bu durumda klasiklerin, insanın benliğini algılayışını derinden etkileyen sürekli ve güçlü bir çekim merkezine sahip olduklarını da ifade edebiliriz. Tıpkı ışığın göz kamaştırıcılığına rağmen insanı kendine doğru çekmesi gibi.

 Biz klasiklerin dili sayesinde kendimize çekilir ve kendimizi anlarız ve bu sayede başkalarını anlama şansına da sahip olabiliriz. Mağaraya dönüş ve afazi Her ne kadar insan ışığa doğru yöneldikçe, bir başka deyişle hakikatlere vâkıf oldukça kendini ve başkalarını anlama şansına sahip olacaksa da bu, dile getirirken olduğu kadar kolay gerçekleşen bir hadise değildir. Platon’un mağara istiaresinde de temel sorunlardan biri, başkalarını anlama veya başkalarıyla anlaşma gibi görünür yani temel bir sorun, mağaraya dönüştür. Hakikatleri kavramaya başlayan bilge, mağaraya döndüğünde heyecanla gördüklerini, kavradıklarını anlatır yüzleri mağara duvarına dönük insanlara. Ama diğer insanlar onunla ancak alay edebilirler. Zira onların gördüğü, görüp bildiği, duvarlardaki gölgelerden ibarettir. Hatta bu insanlar, mağaraya dönen bilgenin akılsız olduğunu düşünürler ve bilgeyi kendi düşünce dünyası içinde yalnızlığa mahkûm ederler. Bir dili konuşan insanların o dil içinde birbirini anlayamaması hadisesidir afazi. Afazinin daha trajik tasviri, belki insanın kendi konuştuğu dili de anlayamaması hâlidir. Zira insanlar kendilerinin anladığı ve başkalarının anlamadığı dili konuşuyorlarsa, aslında kendilerinin bile anlamadığı bir dili konuşuyorlar demektir. Afazinin oluşumuna en çok direnç gösteren eserler ise, klasikler olarak çıkar karşımıza. İnsanı mağaranın dışına yönlendiren klasikler, onun kendini ve varlığı farklı şekilde kavraması için imkân sağlar. İnsanlar arasında ortak bir dil oluşumunu mümkün kılar. Dil içinde afazinin oluşumuna en çok direnç gösteren klasikler, böylece tefekkür dilinin kurucuları olarak karşımıza çıkar.

Dr. Hafsa Fidan Vidinli


30.01.2011 16:15:00