TASARRUF BEYİNDE BAŞLAR

Milletin örgütlenmiş hali olan devlet, toplumumuz tarafından kutsal olarak kabul edilir ve himaye edici özelliğinden dolayı “baba” olarak görülür.

İşte bu yüzden dolayıdır ki Türk toplumu devlette “tüyü bitmemiş yetim hakkı” bulunduğuna inanır ve onu yaşatmak için her türlü fedakârlığa katlanır. İslâm kültüründe de devlet, aziz bilinir ve devletin hazinesi “beyt-ül mâl” olarak tanımlanır.
 Bu konuyla ilgili olarak, Hz. Peygamber’in, beytü-l mâl’den bir arşın bez çaldığı gerekçesiyle, vefat etmiş genç bir sahabenin cenaze namazını kıldırmadığı örneği gösterilir. 
Hz. Ömer’in, resmi işlerinde devlet mumu, özel işlerinde şahsi mum kullanması, devlet malına olan hassasiyetin en güzel ifadesidir.
Devlet, kendini yöneten kadroların azim, gayret ve sadakati doğrultusunda ya gücüne güç kadar veya güçsüzleşir.
Tarih sayfalarında bu tür örneklere sıkça rastlanır.
Cumhuriyet’i kuran iradenin başarılı olmasındaki en önemli faktör, devletin toplum tarafından sahiplenilmesi ve devleti yöneten gücün bir tek toplu iğnenin hesabını yapabilecek kadar hassas düşünceye sahip olmasıdır.
O dönemlere ait devlete olan bakış açısını yansıtan, yaşanmış sayısız örnek vardır.
Bunlardan biri, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından dadaş kızı Kara Fatma ile ilgilidir.
Savaştan sonra istiklâl Madalyası ile şereflendirilen ve üsteğmen rütbesi verilen Kara Fatma (Fatma Seher),kendisine bağlanan maaşı almayıp Kızılay’a bağışlamıştır.
Bu yiğit dadaş kızı, “Esasen bütün emel ve arzum, yapmış olduğum hizmetten dolayı hiçbir menfaat beklemiyor olmamdır, Kızılay’a maaşımı terk etmekle, vatana son vazifemi yaptım” diyerek devlete ve millete olan sorumluluğunu en asil biçimde ifade etmiştir.
Çok partili siyasi hayata geçildikten sonra, ahlâk, erdem, fazilet, dürüstlük, çalışkanlık, liyâkat, yetenek, temsil bilinci ve sorumluluk gibi değerlerden yavaş yavaş uzaklaşıldığı ve hazineden geçinme düşüncesinin yaygınlaştığı görülmektedir.
Bu süreçte, “tüyü bitmemiş yetim hakkı” kavramı da gündemden çekilmeye başlamış, bunun yerine  “devletin malı deniz, yemeyen domuz” diye bir kavram ortaya çıkmış, devleti sahiplenme duygusunun yerine, devletten geçinme düşüncesi hissedilir olmuş, her insanda bulunması gereken doğruluk, dürüstlük gibi kavramlar aranılan vasıflar haline gelmiştir.
Serbest ekonomiye geçişle birlikte de devlete olan bakış açısındaki erozyon daha belirginleşmiş, “arpalık” ismi verilen kurumlar ortaya çıkmış, “bankamatik memurluğu”, ”kıyak emeklilik”, ”hortumculuk” gibi terimler literatürlere geçmiş, makam araçları saltanatı dillere destan olmuştur.
Gelişmekte olan bir ülke olarak zaman zaman ekonomik krizler yaşamaktayız.
Bu sıkıntılı günlerde hükümetlerin yaptıkları ilk iş, tasarruf tedbirlerine başvurmak ve vatandaşlardan kemerlerini sıkmalarını istemek olmuştur.
Genelgelerle duyurulan tedbirler, ilk başta bir heyecan dalgası oluştursa da,  ilerleyen zaman içerisinde bu tedbirlere olan ilginin azaldığı görülmüştür.
Geçmişte, Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde böyle bir kriz yaşanmış ve tasarruf tedbirleri alınmıştı. Ancak, talimatlara rağmen çok az sayıda resmi araç geri çekilebilmişti.
Şimdi yeni bir ekonomik kriz kapımızda ve hükümet yine alışık olduğumuz tasarruf tedbirleri almış bulunmaktadır.
Zayıf bir ihtimal de olsa, temennimiz bu tedbirlerin uygulanması ve karşılık bulmasıdır.
Bu konuda esas olansa kültürel değerlerimizin işaret ettiği devlete bakış açısı bilincinin oluşturulmasıdır.
Tasarruf, konusunda en etkili yol, beyinlerde tasarruf düşüncesinin yerleşmesidir. Böyle bir bilincin oluşması muhakkak ki, talimatlardan ve yaptırımlardan çok daha etkilidir.
Bir damla benzinin, lüzumsuz yanan bir lambanın, israf edilen bir kağıdın, hak edilmeyen makamın, boşa geçen mesainin, açık kalmış musluğun,  sorumluluğunu hissetmeyen beyinlerde, tasarruf tedbirlerinin genelge ile uygulanamayacağı aşikardır.

25.09.2018 11:50:00