İşte o vakit geldi.
O Allah Allah diyen diller asırlı hakikatten dönüyor.Mağrur,hüzünlü ve buruk bir mutluluk içinde hakiki vatanlarından dünyevi vatanlarına varıyorlar.Annelerimiz ,babalarımız ,dedelerimiz,ninelerimiz ve sevdiklerimiz...Yedi şavttan yedi kıtaya dolaşıyor ayak sesleri..
Nurlar sağanak gibi yağıyor üstümüze, yüreğimize ve açmıyoruz şemsiyelerimizi o rahmet ve bereket yağdıran yağmura.
Damlalardan biriken sağanak yağmurları gibi dökülen gözyaşlarımız, en ücra köşede biriktirdiğimiz en gizli kapaklı, en namahrem duygularımızı Kabe’in Hacerul esvedine bırakıyor usulca.
Hacerul Esvet (siyah taş) kararan kalplerimizin muhtemelen yansıması. Sönük kalmış duygularımızın açığa çıktığı, yeniden diriliş hali.
Hac, hacı, Kâbe, Mekke yedi kıtanın başkenti, yedi harikanın başyapıtı, aşkın adı, vuslatın sona erdiği bir kavuşma anı.
Bir evladın annesine sarılış anı, anne kucağı gibi sımsıcak.. Kendimize anlatmaktan çekindiğimiz,karşı karşıya kaldığımız duygularımız,vazgeçemediklerimiz veya vazgeçerken ardında bıraktığımız hasretlerimiz.Labirentler içinde,çıkmaz sokak denilen dehlizlerde yürürken ,kulağımızda çınlayan anlamsız sesler.Biz mi kendimizden habersiziz ,yoksa onlar mı bizden habersiz.
Anlıyorum ki “Benim sevdam karanlık ve fırtınalı bir gecede, uzaktan sahildeki feneri gören kazazede bir gemiye benzer. Bu gemi nasıl ara sıra feneri gözden kaybeder, dalgalar arasında kurtuluştan umudunu keser, bazen de fenerin ışığı kendisine kurtuluş umudu verirse, bende bazen öyle ümitlenirim”. Kâbe’nin duvarlarında kurtuluş umudu içindeyim. Günahsız bedenler, diller, gözler hasretindeyim. Kaybetmekten korktuğum umut içindeyim. Yazarın dediği gibi “Bir insanın umudunu çalmayın belki de sahip olduğu tek şey odur.”
Monoton hayatın içinden çıkıp,coşkulu denizlerde yol almak istedim bir an,monoton hayat durgun suya benzer ve kokuşur dedim ve attım kendimi Mecnun Çöllerine.
Arayı arayı bulsam izini dedim.
İzinin tozuna sürsem yüzümü dedim.
Hak nasip eylese sürsem yüzümü dedim. Arzuladım, dillere, dualara kifayetsiz kalan yakarışlar içinde anlattım. Umudum kalmadı mı acaba, yoksa Hacerül Esvet çok mu karardı, taşlar mı kalmadı iblis’e. Kapılar mı kapandı yüzümüze. Dünyayı mı kapladı şerrin varlığı. Bizim içinde bir taş kalmadı mı yoksa?
Mecnun Leyla’nın aşkına tahammül etmese idi, gerçek olduğunu iddia edemezdi. Aşk mezhebinde can gezdirenler, bunun içindir ki dünyaya yersiz iltifat etmezler.
Diyorsun ki “Ya gamımla otur yahut can sevdasından vazgeç. Ey can (Kâbe) senin fermanını tutanlardanım. Hem oturayım hem de canımdan vazgeçeyim.
Eza çekmiş Yakub’un yürek acısını benden sor. Bağrı yanıkların gamını yanık gönüllüler bilir. Divaneye öğüt versen de dinlemez, ona söz anlattıkça zincirlerini koparmak ister.
Leyla’yım Gözyaşlarındayım..
Elim canıma yetmiyor ki, onu yoluna saçayım
Gönül kime verilir ki senden geri alayım?
Aşkını şerh edecek kuvvet kalemin dilinde yok.
Ümit kapısının çevresinde dönüp dolanayım.
Kavuşmak dileğiyle.. HAC’ım..