Farkında değil miyiz? O söyler, yeriz. O konuşur, yemeden içmeden kesiliriz. Vaktin nabzıyla ko-nuşur bize Yaratan ramazanda. Güneşi ufkumuza getirirken, içimizi bir ürperti alır; “yeme artık!” sözüyle elimizi çekeriz sofralar-dan. Kimselerin görmediği, bilmediği, görse de bilse de ayıplamadığı loş kö-şelerde, Ay’la konuşur, Dünya’nın dö-nüşünü kelam eder, ışığın dökülüşünü ufkumuza fısıltı eyler O “Komşu…” Gün boyu mekân ve zaman konu-şur bize. O’nun adına. “Bekle…” “Sabret…” “Yeme…” “Seni sofraya ça-ğıracağız sonunda…” “Seni doyuran ekmek değil, Biziz; Biz…” “Rızık ve-ren Biziz; ne paran para eder, ne zenginliğin kâr eder, ne çağdaşlarının izni ve umarsızlığı işe yarar!” “Sofrayı bu akşam Biz kuracağız Sana ve sevdiklerine…” Öğle sıcağı sabır çağrısıdır bize “Komşu”dan: “Suyun hatırını değil, Rabbinin hatırını daha se-rin bil!”İkindi serinliği bir teselli fısıldar yüreğimize: “Dünya üzerinde aziz bir misafirsin, asıl sofrayı Rabb-i Rahim’inden bekle. Başka türlü sofralara, doymalara, kanmalara kanma!” Ve ufukta güneşin sessizce batışı sıcacık bir söz olur ki Komşu’dan: Herkes can kulağı kesilir o söze. Çocuk, yaşlı, ihtiyar, kadın, erkek, fa-kir, zengin herkes hepimiz gözlerde parıltılı bir umutla bekleriz Komşu’nun konuşmasını… Ne bir saniye öne alabiliriz Konuşan’ın konuşmasını, ne bir saniye sonraya. Şehir kocaman kulak olur. Yeryüzünün her köşesi kulak kabartır o sese: “Buyurun…” Yollar O’na göre dolar boşalır. Gün O’na göre ütülenir, kırışır. Sözün özü: Ramazan bizi asıl “Komşu”nun kapısına çağırır. Bize bizden yakın olan “Komşu”nun kapısının hep açık olduğunu anla-tır. Şahdamarımızdan yakın O Komşu’nun sofra-larında ağırlanırız. Allah’ı komşu bulan, herkesi ve her şeyi komşu bilir. Allah’ın komşuluğunu kaçıran ise, kimseye komşu olmaz, hiçbir şeyden yakınlık alamaz.“Komşu, hu...”
Senai DEMİRCİ