Sıkı geldi doğrusu.
Kış mevsimi çok güzeldir hissedebilene. Soğuktur; o kadar soğuktur ki ellerin eldivenin içinde bile olsa donacakmışçasına üşür, burnun soğuktan kızarır. Çok sağlam diye düşünerek aldığın botların, bir bakmışsın su geçirmiş. Ayakların sırılsıklam olmuş ve ayaklarının varlığını artık hissedemez olmuşsun. Şemsiyen fırtınadan ters dönmüş ve seni artık yağmurdan koruyamaz hale gelmiş… Etrafa bakarsın sığınacak bir yer arar gözlerin… Ya da seni mahallene götürecek diye beklediğin otobüs gelsin, bir an önce bineyim de kalabalıkta ısınırım diye düşünürsün. İnadına beklediğin otobüs gelmez ve sen dakikalarca buzdan bir heykel gibi vücudunu hissedemezsin. Sadece gözlerinle yağmur ve fırtınadan oradan oraya koşuşan insanları takip edebilirsin. Bu havada verdiğin nefes arabaların egzost dumanı gibi güçlü bir şekilde çıkar ağzından. Yanakların al al olmuştur; suratına inen şamar gibi gelip çarpan soğuktan…
O an düşünürsün; şimdi eve ulaşsam, sıcacık yuvama diye. Eşim, çocuklarım…Ya da hiç birisi. Bir kase sıcak çorba hayal edersin üzerinde buharı hala mevcut olan…
Soğuk güzeldir.
İstanbul ‘ un soğuğunu yaşamak daha da güzeldir. İnsana çok güzel şeyler yaşama fırsatı verdiği için…
“Ne gibi?”diye bir soru gelebilir akıllara.
Bu soğuk havada, ocağın üstünde kızgın alevler metal bedenine değdiğinde içindeki suyu dans ettiren çaydanlığın üstüne porselen demlikle, biraz da ıtırlı çaylardan konularak demlenmiş bir çayın eve yaydığı demlenmiş çay kokusunu hayal etmeyenimiz yoktur sanırım.
Eve gidip böyle bir çay demledikten sonra iki üç kafadar arkadaşı eve davet etmek kadar veya böyle bir mekana davet edilmek kadar güzel bir olay var mı?.. Fırından yeni çıkmış, lezzeti ve buharı üstünde olan kek de cabası. Hayali bile harika değil mi?...
Tabi böyle bir ortamda sohbet de ilavesi… Tadına doyum olmayacağı kesin.
Veya birkaç arkadaş atladınız birinizin arabasına, nereye gidiyoruz diye sormanın gereksiz olduğunu birbirinizin yüzünüze bakınca anlarsınız. Bellidir mekan; ya Yeditepe‘den biri Çamlıca tepesine kırılır direksiyon, ya da Kız Kulesi ‘nin sizi beklediğini düşünerek Üsküdar sahiline kırılır. Açarsınız bir slow müzik havanın soğukluğuna inat, ortamı olabildiğince sıcak hale getirirsiniz. Arabanıza elinde sipariş kağıdıyla gelen büfe görevlisine bol tarçınlı sahlep siparişini de verdiniz mi, artık keyfinize diyecek yoktur.
Siparişi fazla beklemezsiniz. Çünkü birkaç arabayı geçmez müşteri sayısı. Onlar da sizin gibi çılgınlık yapıp gelenlerdir mutlaka. Siz bunları düşünürken arabanızın camı tıklanır ve o mis gibi tarçın kokusuyla sahlepler arabanın içinde elden ele geçer. Bir de bakmışsınız dudaklarınıza doğru ilerleyivermiş…
Sıcak sahlep, slow müzik, dışarıda buz gibi soğuk hava, martıların fırtınayı yararcasına attıkları çığlıklar ve karşınızda Kız Kulesi…
Bu, kış mevsiminin hayal ettiğimiz güzel yönü…
Bir de fark edemediğimiz veya fark edip de bir şey yapamayacağımızı düşündüğümüz diğer yönü var;
Aç olanlar var bu soğuk günlerde, üşüyenler de…
Bu tür konularda hassasiyetleri çok olan bir milletiz. İyilik ve güzellikte yarışır, komşusu açken tok yatmamayı insanlık biliriz. Birileri sokaklarda soğuktan titrerken, biz sıcacık yatağımızda yan gelip yatamayız. Peygamber Efendimizin hayatında da bunlar tavsiye edilmiyor mu?
İnsanlar çevrelerinde olup bitene göstermiş oldukları duyarlılıkları kadar insandır; ya da değildirler. Ve bu durumdan herkes sorumludur. Bu sorumluluğun halkası giderek genişler, en alt birimden en üst birime kadar. (İdari ve yerel yönetimleri kastediyorum) Herkesin kendini sorunlu tutacağı bir durum halini alır.
Herkes kendi muhitindeki yaşanmışlıklara el atsa, toplumda her anlamda ciddi düzelmeler gerçekleşecektir.
Bu düşüncelerle ekmeğimizi, aşımızı paylaşabileceğimiz; yaşadığımız her sıkıntılı ortamdan güzellikler çıkarabileceğimiz günleri görmek ümit ve temennisiyle…
Bu vesileyle Türkiye’nin en köklü kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, Başkanlık görevini devralan sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez Beyefendiye kolaylıklar ve başarılar dilerim.