?Eyvah, başımıza çok kötü bir hal geldi!
? Ne oldu?
? Aynalar aynalar yansıtmıyor artık!
Aynaya bakıyorum, ardının sırrı dökülmüş, görüntü bulanık, kendimi seçemiyorum. Yüzüm gözüm nasıldı hatırlayamıyorum. Oysa küçükken tanırdım kendimi.
Sokağa çıkıyorum başka aynalar bulurum ümidiyle. Vitrin camları bölük pörçük suretleri düşürüyor gözüme ?ben? diye. İçeriyi çok güzel yansıtıyor da dışarıyı göstermiyor vitrin camları.
İnsanlar günlük telaşların ipine tutunmuş, koşuşturuyorlar öteye beriye. Önümde bir grup öğrenci, okulu kırmışlar. Demek okulun da gönlü varmış; kırıldığına göre.
Yol boyu mağazalar, ?Gel vatandaş gel? çığırtkanlığı. Zombi gibi alışverişin büyüsüne aldanmış insanlar. Beri tarafta hayatın seyrine kapılmış, takım elbiseli, erken yaşlanmış genç öğretmenler, arabalarla yarış yapan seyyar satıcılar, tepsi elinde koşuşturan çaycılar, canından bezmiş ağır yürüyüşlü postacılar?
Durdursam acaba birilerini, ?Aynanız var mı?? diye sorsam, hayatın akışına bir virgül atsam. Hatta ünlem koyup, ?Hey millet, aynalar yansıtmıyor artık, aynaların fıtratını bozmuşlar!? diye bağırsam. Ses veren olur mu? Yoksa sadece benim mi aynam sırrını kaybetti? Oysa küçükken kendimi görebiliyordum. Gördüğümü görülmez kılan ne?
Çözemediğim soruların ıstırabıyla sahile varıyorum. Bu şehri erenler diyarı yapacak iki rahmetten biri duruyor karşımda, öteki çisil çisil etrafta. Belki aradığım cevaba sahiptir deniz. Aynamın kaybettiği sırrı belki ondadır. Şöyle eğilip baksam yüzüne, hakikati yansıtan su, hakikatimi yansıtır mı özüme?
Eğiliyorum; ama nafile.
Çatık kaşlı dalgalar beni kovarcasına ardı ardına geliyor, yosun kokmuyor deniz, bulanık sular çer çöpü getirip bırakıyor önüme, ?Cevap mı arıyorsun al işte!? dercesine. Sonra göğe dönüyor yüzünü, belli ki küsmüş şehre. Çocuklarımız ?Eren? olamayacak artık. Acaba yağmurları da kirlettik mi?
Bir serin ikindi ezanı la kadim sözleri fısıldıyor kulağıma, bebeklikten kalma aşina bir ses bu. İçimdeki ?belkilerin? eteğine takılıp denize nazır bir caminin mermerlerinde alıyorum soluğu.
Şadırvanda abdest alıyor bir ihtiyar, mermerlere yansıyor yüzü, benim aynada göremediğimi o taşta görüyor. Denizin göstermediğini abdest suyu gösteriyor. Çeşmeye uzatıyorum elimi ab-ı hayat bulmuş gibi.
Camiden içeriye giriyorum, beraberimde tanıdık biri de giriyor, camda görüyorum onu bir saniyeliğine.
İmam, Allah?a yöneliyor Kâbe?yi önüne alarak, ben imamın ardına kıyamda duruyorum. İmam, rükuya varıyor, kaybettiklerimin yokluğuyla eğilemiyorum. Secdeye varıyor, ilk isyan eden gibi dimdik ayakta duruyorum.
?E?uzübillahimineşşeytanirracim?
Bu ikindi namazı bana kıyamet kadar ağır geliyor. Nihayet imamın selamıyla daldığım karanlıktan çıkıyorum. Cemaat hızlıca boşaltıyor camiyi, imam hüzünlü bir gülümseyişle gidenlerin arkasından bakıyor. Ben hala ayaktayım, duası bitince benim gitmediğimi fark ediyor. ?Hayrola evlat!? diyor, sesi billur gibi. ?Senin dünyalık meşgalen yok herhalde??
?Aynalar fıtratını kaybetmiş, kendimi göremiyorum? diye cevap veriyorum yorgun bir sesle.
Başını sallıyor imam.
? Hayır, aynalarda suç bulma. Hiçbir ayna sünnetullahının dışına çıkamaz. İnsan âdemliğini kaybedince gönül aynasındaki görüntüsünü de kaybeder. Gönül aynasının göstermediğini göz aynası nasıl göstersin?
*** *** *** *** *** ***
Mihraba doğru yaklaştım, çocukluğumdan bu yana ilk kez bu kadar yakındım mihraba. Oturdum, ?Anlat? dedim. ?Sabahtan beri aradığım şeyi anlat bana.?
İmam, caminin açık kalan kapısından görünen denize çevirdi yüzünü. ?Âdem, Allah?ın sıfatlarının bir tecellisidir, tıpkı âlem gibi ? dedi. ?Allah, bilinmeyi istedi ve tüm kâinatı yarattı. Kâinat, içinde Allah?ın sıfatlarının tecelli ettiği büyük bir aynadır. Bu aynanın her yanında Allah?ın ayrı bir kudreti ayrı bir güzelliği yansır. Allah, bu büyük ayna içinde en fazla kulun gönül aynasında kendini seyretmeyi sever. Bu aynaya nur ve parlaklık veren kişinin Âdemliği yani kulluğudur. Ne zaman ki kul, Hak?tan gelen hakikatleri, emirleri ve yasakları gönlünden çıkartır içine masivayı koyarsa ?vahdet? orayı terk eder. Vahdet gidince kesret gelir. Kesrete düşmüş gönül, sırları dökülmüş ayna gibidir. Orada insan artık kendini de göremez; çünkü insanlıktan çıkmıştır. Gönül aynası kararanın göz aynası kör olur.
?Hayat deli bir ırmak gibi önüne kattığını sürüklüyor, bu sele kapılmamak imkânsız? diyerek eğdim başımı. İmam gülümsedi, elini omzuma koyarak: ?Evlat! Nuh?un gemileri ne güne duruyor?? dedi.
?Gemileri mi?? diye tekrarladım hayretle. ?Ama Nuh?un bir gemisi vardı.?
Başını salladı imam: ?Bak etrafına, her mahallede her köyde Nuh?un gemileri fırtınalara inat dimdik ayakta.?
Kevser gibi ruha şifa veriyordu bu sözler.
?Dinle? dedi imam. ?Her ibadet camın ardına atılmış sır gibidir, camı ayna yapan sırrıdır. Sırrı parlak olan ayna hakikati yansıtır. Hakikati yansıtan ayna ise âlemi asıl haliyle görür.?
?Âlemin asıl hali mi??
?Evet, bu âlem Âlem-i Şahadet?tir. Barındırdığı her şey Allah?ın varlığına şahittir. İnsan da Âlem-i Suğra?dır. Tıpkı Şahadet Âlem?i gibi o da her cüzünde Allah?ı yansıtır. Her eser, sahibini yansıttıkça değer kazanır. O halde insan aynalığını kaybetmemeli. Aynalığını kaybetmiş insan öğle güneşinde olsa da kör gibidir.
*** *** *** *** *** ***
Daha ne kadar kaldım mihrabın önünde hatırlayamıyorum. Sohbetimiz bittiğinde güneş guruba meyletmişti. İmamdan müsaade istedim, beni kapıya kadar geçirdi, elini omzuma koyup: ?Gene gel evlat? dedi. ?Nuh?un gemilerini var kılan fırtınalardır. Fırtınanla çık da gel.?
Mabetten ayrılırken camda bir suret gördüm. Arayışın verdiği yorgunluğa inat bulmanın verdiği huzuru yüzünde taşıyan bir suret. Çok tanıdık bir yüz, küçüklüğümden aşinayım. Ardını denize vermiş, gözlerimin içine bakıyor. Kendi gözlerimin içine bakıyorum.
Denizin üzerinde bir ayna parlıyor, cama vuran suretin tam kalbi hizasında. Hakikati anlıyorum?