Ey oda başkanları, hala görmüyor musunuz?

Erzurum’da ticari hayat S.O.S veriyor.

Gelişmeler, hiç mi hiç iyi değil...

Ateşe koşan kelebekler misali, işadamları da art arda "iflas erteleme mahkemeleri"ne koşuyor.

İçlerinde bir tane de olsa üç kağıtçı, dolandırıcı ve sahte tüccar yok...

Hepsi de bu şehrin sermaye birikimini vücuda getiren işadamları ve şehrin köklü aileleri...

Ticaret hayatımız hazan’a yakalandı...

Patır patır dökülüyor.

Bankalar panikte, tefecilerin eli tetikte!

Siyaset suskun...

İstanbul’daki patronlar şaşkın...

Şehrin ticareti vurgun yedi, vurgun...

Kimse kimseyi kandırmasın "en baba tüccar"ın yarına dair garantisi yok...

Ayakta kalan bir avuç tüccarın hali tam da şöyle:

Kötü niyetliler, "bana değmeyen yılan bin yaşasın" diyor!

Peki ya kötü olmayanlar?

Evet; aslında onlar da acınacak haldeler!

Çünkü: Onlar da deve kuşu misali, kafalarını kuma sokuyor!

Zannediyorlar ki ticaret hayatının üstünden buldözer gibi geçen bu kriz, bize dokunmaz...

Dokunur, dokunuyor da işte...

Bu öyle bir beladır ki, ne köşe başındaki küçük çaycı ne de mahalle arasındaki bakkal,  bu belanın uzağından sıvışıp gidemez.

Haydi tuzu kuru olanlar söyleyin:

Şehrin ticari hayatını kasıp kavuran bu krizden siz hiç etkilenmiyor musunuz?

Ticari kriz veba gibidir, bir şehre girmeye görsün; zalim, kırıp geçiriyor...

"Bana değmeyen yılan bin yaşasın" diyen vicdansızla, kafasını kuma gömen adama söylüyorum:

Farkında değilsiniz ama unutmayın ki aynı gemideyiz...

Siz, biz, onlar, hepimiz...

Nasıl olur da göremezsiniz...

Adına "Erzurum" dediğimiz bu gemi, şu günlerde öyle azgın dalgalara yakalandı ki, battı batacak...

Güverte çoktandır su alıyordu da, kaptan(lar) farkında değildi!

Erzurum’un tüccarları, hazan’a yakalanmış kuru yaprak misali peşpeşe düşüp savrulurken, birilerinin hala üç maymunu oynuyor olması, en masum ifadeyle vicdansızlıktır.

Ey oda başkanları, ey sendikalar, ey siyasetçiler...

Nerdesiniz?

Varlık sebebiniz olan üyeleriniz yerlere kapaklanmış can çekişirken, sizler nasıl oluyor da bu kadar rahat ve sorumsuz olabiliyorsunuz?

Bugün değilse ne zaman?

Evet; daha ne olacak ki başlarınızı kumdan çıkarasınız...

Susmak çare olsa, gelin bütün bir şehir olarak sessizlik orucu tutalım.

Kaçmak çare olsa, gelin bütün bir şehir olarak muhacir olalım.

Biliyorsunuz ki ne susmak, ne de kaçmak çare değil.

Bakın önce bir işadamı, ardından bir kaç kişi, bugün de niceleri savrulup savrulup yüzü koyun yere düştüler...

Yoksa sizin durduğunuz ve baktığınız yerden bu çıplak gerçekler görünmüyor mu?

Yahu güzel dostlarım, sevgili biraderlerim, etmeyin eylemeyin...

Bu şehrin sermayesi zaten, batı standartlarına göre, sarhoşa meze olacak nispetteydi; o da böyle uçup giderse eğer, herkes ağzını tavana dikip kalacak...

Bunu görmemek için kalben kör olmak lazım.

Muhtemelen yine anlatmıştım, ama "cuk" diye oturduğundan bir defa daha tekrarlayacağım. Zira Erzurum’un bugün içinde bulunduğu şu hal, tam da hikayedeki gibi...

İkinci Dünya Harbi’nde Alman Nazi askerleri Fransa’da küçük bir köyü işgal ediyor. Köyde elli civarında erkek, yüzlerce de çocuk ve kadın var. Ve tabii ki bir de o köyün papazı...

Hikaye uzun, özetleyerek geçelim. Alman Naziler, "köprü inşaatında çalışacaklar" diyerek, her gün köyden üçer beşer gruplar halinde erkekleri köyün dışına çıkarıp infaz ediyorlar. Durumdan şüphelenen köylü hemen papaz efendiye koşup, endişelerini dile getiriyor. Papaz ise her seferinde, "Hayır" diyor. "Endişe edilecek bir durum yok. Ben gittim gördüm, giden erkekler köprü inşaatında çalışıyor."

Köylü çaresizce boynunu büküp evine dönüyor. Derken gün geliyor köyde tek bir erkek dahi kalmıyor. Hepsi katledilmiş.

Nazi komutan askerlerine dönüyor, papazı işaret ederek, "Götürün bu haini" diyor. Papaz yırtınıyor, dövünüyor. Ama nafile... Ölüm artık ensesinde...

Nazi komutan, kendini yerlere atan papaza şöyle diyor:

"Sen aslında ilk götürülen erkeklerin ölümüne sessiz kaldığında ölmüştün de farkında değildin."

Bu şehirde birileri "nasılsa benim tuzum kuru" diyor ya...

Sizi temin ederim ki fena halde yanılıyorlar.

Papaz da, zannediyordu ki, köyün erkeklerinin ölümüne göz yummakla kendini kurtaracak.

Bu sebeple...

İster tuzunuz kuru olsun, ister cirolarınız düşman çatlatacak kadar hacimli olsun, ister kılıcınızın önü de ardı da kesiyor olsun; yarın için bu şehirde kimsenin garantisi yok.

Unutmayın ki bugün yüzükoyun yere kapaklanmış olan bu işadamlarının çoğu, daha bir iki ay öncesine kadar kendilerini Merkez Bankası’ndan bile güçlü görüyordu.

Ya şimdi?

Vakit geç olmadan, "keşke" deyip hayıflanmadan gelin hep birlikte ayağa kalkalım ve şehrin vurgun yemiş ticari hayatını, yeniden yaşama döndürmek için mücadele edelim...

 

Bu şehrin sermayesi bir gecede kumarda kazanılmamıştı ki, bir gecede de yitip gitsin...


03.09.2014 11:40:00