ER-KADIN SODES İLE TÜRKİYE VİZYONUNDA (3)

PEYGAMBERLER ŞEHRİ ŞANLIURFA

Ünlü tarihçi Ebul Farac’a göre Nuh Tufanı’ndan sonra kurulan 18 şehirden biri olduğuna inanılan Urfa’nın tarihi 5000 yıl öncesine dayanır. Hz. İbrahim, Hz. Eyüp, Hz. Musa ve Hz. Şuayip’in yaşadığı yer olduğu inancıyla Peygamberler Şehri olarak anılıyor. Rivayetlere göre Hz. Âdem eşi Hz. Havva ile birlikte hayatının bir evresinde gelip bu bölgede yerleşmiş ve ilk buğdayı Harran ovasında ekerek çiftçilik tarihini buradan başlatmış.

 Dünyanın ilk üniversitesi olan Harran Üniversitesi burada kurulmuş, pek çok bilgin bu şehirde yetişmiş. Bizans döneminde yeniden inşa edilen Urfa, Yavuz Sultan Selim’in 1516’daki seferiyle Osmanlı topraklarına katılmış. 

  Hz. İbrahim’in doğması ve ateşe atılması, Hz. Lût,  Hz. İshak, Hz. Ya’kûb, Hz. Yusuf, Hz. Eyyûb, Hz. Elyesâ’, Hz. Şu’ayb, Hz. Musa’nın bu bölgede yaşaması, Hz. İsa (a.s.)’nın bu şehri kutsaması ve peygamberlerin makamları, bu tarihî şehrin Peygamberler Şehri” veya “Peygamberler Diyarı” adıyla anılmasını sağlamış.“Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen “11 500 Yıllık Dünyanın En Eski Heykeli de burada.

Urfa da ziyaret ettiğimiz tarihi yerler;

Balıklı Göl: Halilurrahman Gölü olarak da biliniyor. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığına inanılan bu kutsal mekan asırlık çınar ve söğüt ağaçlarıyla çevrili. Bu gölün yan tarafında Ayn Zeliha Gölü (Zeliha’nın Gölü) ise, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığını görünce kendisini bu ateşe atan evlatlık kızı Zeliha’nın düştüğü yer olarak biliniyor.

Göl içinde çok sayıda balık var ve bu balıklar da kutsal sayılıyor. Gölün yanındaki Halilurrahman Camii, kuzeyindeki Rıdvaniye Camii ve doğusundaki Selahaddin Medresesi de görülmeye değer yapılar arasında idi ve harikaydı.

Hz. İbrahim ve Hz. Eyüp Külliyesi: Şehir merkezindeki Eyyüb mahallesinde bulunan külliyede Hz. Eyüp Mağarası ile Şifalı Kuyu bulunuyor. Hz. Eyüp peygamber cüzzam hastalığına yakalandığında karısı Rahime ile birlikte bu mağarada çile çekmiş. Mağarada Allah’a ibadet etmekten vazgeçmeyen peygamber daha sonra kendisine lütfedilen şifalı su ile iyileşmiş, mal ve evlat sahibi olmuş. Geziye gelen tüm kadınlar orada satılan naylon bidonlardan alarak bu şifalı suyu Erzurum da ki yakınlarımıza da getirdik.

Daha sonra tarihi bir Urfa’nın en meşhur ciğer lokantasında ciğer ziyafeti çektik..

HALİL İBRAHİM SOFRASI GELENEĞİ: Şanlıurfa da yaşamış peygamberlerden Hz. İbrahim’in bu şehre bıraktığı çok güzel bir haslet var “Misafir ağırlamak ve Cömertlik”. Hz. İbrahim’in sofraya misafirsiz oturduğu görülmemiş. Her gün sofrasına misafir çağırır, misafir olmadığı gün sofraya oturmazmış. O günlerden bu güne bu gelenek hiç değişmemiş. Günümüz Urfa’sında da “Halil İbrahim Sofrası” değimi yaygınlaşmış, tüm cömert insanların sofrasına “Halil İbrahim Sofrası” denilir olmuş. “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar, Yüreğim yanıyor anam gözlerim ağlar” türküsünün eşliğinde Urfa’dan çıktık yola, Viranşehir’de kalacağımız Otelimize geldik.

Akşam “sıra gece”si yapılacağını bildiğimiz için, hepimiz bezendik düzendik yemeğe indik. Hiç birimizde yorgunluk emaresi görülmüyordu.

Akşam yemeğimize, güzelim Urfa Türküleri ile eşlik eden müzik grubu yemek sırasında ve sonrasın da harika bir program yaptı. Müzik ve hanımların halayları eşliğinde “Çiğ Köfte “ yoğruldu, meğer çiğ köfte neymiş, offf hala tadı damağımızda..

Sabah açık büfe kahvaltı ve ver elini  Mardin….

(Eski Erzurum valisi Sayın Celalettin Güvenç şimdi burada Belediye Başkanı, hafta sonuna denk geldiği için kendilerini aramadık. Keşke kendisini ve sevgili eşini görebilseydik.)

Viranşehir Kaymakamı da Aşkaleli Muhammed Lütfi Kotan’nı da gece gittiğimiz ve hafta sonu olduğu için arayamadık.

MARDİN…

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Dicle Bölümü’nde yer alan, Suriye ile sınır komşusu olan ve Venedik’ten sonra yapısı ve şekli bozulmamış ikinci şehirdir. Dünya’da farklı dinlerin halen dokuları bozulmadan bir arada yaşadığı şehir kiliseleri, cami ve tapınakları ile göz kamaştırmakta.

Esas göz kamaştıran Mardin’in gece görüntüsü. “Gece Gerdanlık, gündüz seyranlık” diye çok güzel bir isim takmışlar Mardin’e. Evleri çok ilginç. Kıvrak bir zekanın ürünü. Öndeki evin bacası, arkadaki evin bahçesi. Sokaklar o kadar dar ki, ancak, bir tabutun dört kişi ile geçebileceği ölçüde yapılmış. Sanırım bu yapı şekli ile savunma açısından kendilerini korumaya almışlar.

Müze Binası, 

Mardin Merkezinde Cumhuriyet Meydanı’nın da yer alan bir gurup Süryani evinin arasında idi. Ön tarafında Atatürk heykeli, binanın doğu tarafına bitişik olan Meryem Ana Kilisesi vardı. 1895 yılında Antakya Patriği Behnam Bani tarafından Süryani Katolik Patrikhanesi olarak yaptırılan bina, restore edilerek 1995 yılında müze olarak hizmete açılmış. 

Mardin’in dar sokaklarında yürüyerek Hatuniye Camii (Sıttı Radviyye Camii)’ ye vardık. Kutubeddin İlgazi’nin annesi Sıttı Radviyye Hatun tarafından 1184-1185 yıllarında yaptırılmış olan camii içinde Hz Muhammed’a ait olduğu kabul edilen ayak izi bulunuyor

KASIMİYE MEDRESESİ

Kentteki Artuklu devrinin son eserlerin-den olan Akkoyunlu Hükümdarı Kasım Bey tarafından 15. yy’da yaptırılan medresenin mimarisi gerçekten çok güzel. Her köşesi nakış nakış işlenmiş gibi. Hem dini hem de bilimsel ilimlerin icra edildiği medrese duvarlarında astronomi ve tıp bilimine ait gerçekten ilginç simgeler bulunuyor. 15. yy’da kullanılan makasları, neşterleri görünce eminim siz de şaşıracaksınız.

Bir rivayete göre, Kasım Paşa bu medresede katledilmiş. Kasım Paşa’nın kız kardeşi ağıtlarla Kasım Paşa’nın kanlı gömleğini medresenin duvarlarına sürmüş. Duvarda bulunan kırmızı lekeler kan lekesiymiş. Medresenin tavanına doğru kana benzer kırmızı lekeleri görüyorsunuz; ancak nihayetinde bu bir rivayet söyleniyor. Hikaye şöyle: Medresenin avlusundaki duvardan akan su; doğumu simgelemektedir. Su, bu aşamada tıpkı bebeklik ve çocukluk gibi fıkır fıkır. Su döküldüğü yerde durgunlaşır. Bu durgunlaşma, dinginleşme evresi sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelen gençlik evresine benzetilir. Daha sonrasında suyun aktığı dar alan yaşlılığı simgeler. Burada su çok hızlı akar. Suyun döküldüğü havuz mahşer yeridir ve herkes oraya gider. İnanışa göre, her su Mezopotamya ovasına ulaşır ve orada bir bitkiye can verir. Ben önceden gittiğim ve hayran olduğum bu medrese tadilatta olduğundan gezemedik.

Medrese sonrası durağımız Deyrulzafaran Manastırı (Mor Hananyo) idi. Manastır günümüze 5. yy’dan kalmış. Çok iyi korunduğu ve sahiplenildiği her halinden belli olan bir Süryani Manastırı. Hıristiyanlığı kabul etmeden önce Güneşe tapındıkları yer ve piskoposların dikey olarak gömüldükleri alanlar hayli ilginç.

Baharat poşetlerimiz ellerimizde gezerken sırada Tarihi Kayseriye Pasajı na yöneldik. Bu çarşıda Şallardan, sabunlara, kıyafetlerden, otantik kahve fincanlarına ve bakır süs eşyalarına kadar alışveriş için sizi bekleyen ve ucu bucağı belli olmayan iş hanında sıra sıra dizilmiş dükkanlarda oldukça vakit harcayacaktık ama Pazartesi pek çok dükkan kapalı idi. Bazılarımız şallar aldık,gençlerimiz yöresel örtülerden satın alıp, yöreye özgü olarak şekli ile başlarını bağlattılar..

Bu arada yolculuk sırasında hanımlar Erzurum türküleri eşliğinde otobüste eğlencelerine devam ediyorlar.


12.06.2014 20:20:42