Dünyada Berzah;YALNIZLIK

Evde tek başına... Nefsim ve Rabbimden başka kimsenin varlığını hissetmiyorum. Ne sokakları panayıra çeviren çocuk sesi, ne de ağaç dallarını piyanonun tuşları gibi kullanan rüzgar ve kuşlar...Günün aydınlığında, programlanmış robotlar gibi sağa sola koşuşturan varlıklar sanal bir kalabalık oluşturmuş çarşı ve pazarda?Günün akşamını ise,güneşin geçici ayrılığı değil de   yalnızlığın kapkara kasveti kaplamış her yanı?

            Yüzlerce tv kanalı, binlerde internet sitesi ve çoğu geyik muhabbetinde onlarca chatçi de bu yalnızlığı gidermede işe yaramıyor. Telefonun öbür ucundan gelen mekanik bir sesin de merakları gidermekten öte gördüğü bir işlev yok. Dünyanın her yerine parmaklarımın altındaki tuşlarla ulaşabilirim ama bu, bahsettiğim yalnızlıktan kurtulmaya yetmiyor.

            Sanırım öldükten sonra kabirde de aynı duyguları hissedeceğiz. Ölümden sonra yeniden   dirileceğimiz haşre dek geçecek sürenin adı olan berzah aleminde, eğer bilincimiz açık olacaksa dünyadaki yalnızlıkla benzeşen önemli iki yönü olacak: Paylaşamamak ve fark edilememek. Anı,imkanı, duygu ve düşüncelerini paylaşabileceğin üçüncü bir kişi yok ve kimse seni fark etmiyor. Yalnızsın hem de yapayalnız. Küçük çocuklar,yalnızlığın ölüme benzeyen yönünü içlerinde hissettiklerinden midir nedir yalnızlıktan çok korkarlar ve birkaç dakikalık yalnızlığa bile dayanamayıp ağlarlar.

            Yalnızlık ölümden bir parça ise eğer yalnız geçen günleri yaşanmamış saymak gerek. Çünkü yalnızken ölü gibisin, sanki yüzyıllar önce ölmüş biri gibi sen onların farkında olsan bile dünya senin farkında değil. Bir avantajımız ve farkımız var ölüden: Bu yalnızlığa son verme imkanı. Ne var ki zaten mevcut imkanların yalnızlığı doğurmuş olmasıdır trajedinin başlıca sebebi.

            İnsanı sosyal bir varlık olarak yaratan Rab, sosyal çevrede yaşamımı sürdürebileceğim bir kabiliyette yaratmış beni. Yalnızlığı da yaratmış ama sadece kendisi için. Allah?a ait şeyleri paylaşmaya çalışmak dince şirk sayılan bir eylem değilse eğer büyük bir yüktür. Tıpkı yalnızlık gibi.

            Yapayalnız bir evde, kabirden farklı olarak su,yiyecek, ışık,kapı ve pencere olmasına rağmen kabire benzeyen bir yön bulunabiliyorsa, bu insanın hayatımızdaki vazgeçilmez yerinin bıraktığı boşluğun vahametini gösterir. Kapı var ama açan yok. Pencereden umut ışıkları çok cılız giriyor. Başkasının talip olmadığı ve kullanmadığı ev eşyaları sanki senin de değil. Ve orada sadece sen varsın tıpkı mezardaki ölü gibi?Bir de hissedebiliyorsan bütün bunları yaratan Rabbin.

            Yanımızdayken yok saydığımız değerlerimizi, yokken hayalimizde yaşatmak pek de dürüst bir tutum gibi gelmiyor bana.   Hemen yanımızdakinden esirgediğimiz bir güler yüz, bir çift tatlı sözle aslında kendimizi ademe mahkum ederiz. Kalbini kırarak,onurunu zedeleyerek ve umudunu tüketerek yok ettiğimiz insanlarla    birlikte biz de yok olur gideriz. Hemen yanındakini fark etmeyeni uzaktakiler hiç fark etmez. Fark edilmeyenin de değeri her ne olursa olsun hiç yoktan ne farkı vardır ki?

Bir arada yaşayıp da bir birini fark edemeyenler ve paylaşamayanlar kalabalık içinde yalnızlığı hatta mecazi ölümü yaşıyorlar sanki. Kimine kızgın, kimine dargın. Kimini ise hiç gözü tutmamış. Bazılarını hiç sevmiyor. Çoğunu da zaten tanımıyor. Tanıdığı ve sevdiği birkaç kişi ise orada yoklar. İşte yalnızlığın bir ölüm gibi çepe çevre kuşattığı an. Hakiki yalnızlıkta ise hayatı ölümden, kalbin düzenli atışı ve bu atışla birlikte çıkan fakat kulak verildiğinde duyulabilen kalbin sesi ayırıyor.

İyi bir yaşantı sonucu iyi bir ölümle dünyamızı değiştirebilmişsek,kolayca vereceğimiz bir hesaptan sonra elde edeceğimiz büyük mükafatı sabırsızlıkla bekleyebiliriz. Ahirette durumumuzun ne olacağı aşağı yukarı belli olacak çünkü. Sorun yok,sorumluluk yok, bitmez tükenmez ihtiyaçlarımız ve isteklerimiz yok. Belki cennet özleminden dünyadaki sevdiklerimizi de fazlaca özlemeyeceğiz. Özlesek de bir an evvel ölerek bize katılmalarını dileyeceğiz.

Yaşantımız ve ölümümüz kötü olduysa eğer hiç bitmesini istemeyeceğimiz korku ve endişelerle baş başa kalacağız. Geriye dönemiyoruz. İleriye de gitmeyi biz istemiyoruz. Kapandaki av gibi aciz ve çaresiz.

-Ya Rabbi! Ne olur bir şans daha,
-Geçti o günler, sen hakkını kullandın,

-Ey dostlar! Benim durumum iyi değil,ben ettim bari siz etmeyin.

-Boşuna bağırıyorsun. Onlar seni duymadıklarından durumunun da iyi olduğunu sanıyorlar. 

Bu durumu ?beterin beteri? deyimi de yeterince izah edemez sanırım. Başlı başına bir işkence. ?Mehkeme-i kübrada hesap görülmeden önce ceza olur mu?? diye soruyor bazıları. Bence de haklı bir soru fakat kabirde bilinç varsa eğer ?olmadığını ispat eden yok/kabirde değilse bile berzah aleminin yaşandığı yerde- kötünün hissettikleri azap değilse nedir?

Öyle yada böyle şu anda hayatta olan bizler, kaçınılmaz sona doğru ister istemez ilerlerken, hayatımızın saati gibi çalışan kalbimiz belli aralıklarla sorumluluklarımızın alarmını veriyor da bir çoğumuz duymuyoruz. Yerine getirilmeyen ve ya ertelenen sorumluluklar katmerleşmiş sorunlar olarak yolumuzu kesiyor bazen. İhtiyaçlarımızın telaşı ve isteklerimizin ihtirası bizi bize unutturuyor. Yalnızlık, isteklerimiz uğruna terk ettiğimiz dostlukların bir cezası olarak müptela oluyor başımıza.

Şu anda içine düştüğüm yalnızlık duygusunun bana bunları düşündürmesi sebebiyle ben bunları yazıyorum. 10.12.2002 Salı 21.31 itibarı ile sağ olduğumu biliyorum ve yaşadığımın farkındayım. Bir de beni gerçekten sevenlerin beni fark ettiğini zannediyorum. Hayat ile ölüm arasındaki o ince çizginin şimdilik benden yana olan kısmındayım. Kişisel takvimimin son yaprağı da düştüğünde ben bana ait olan yerde olacağım. Naçiz bedenim toprakta, ruhum berzah denilen yerde hak ettiği manzaranın seyri ile meşgul olacak. Bu güne kadar hiç birimiz, öbür alemden haber alamadığımızdan yaptığımız benzetmeler,karşılaştırmalar tek taraflı bir tahminden öte gidemeyecek. Kesin olan şu ki hayatımız, dönüşü olmayan tek yönlü bir güzergahta seyrini sürdürüyor ve öbür aleme kıyasla burası bir rüya gibi.

Hayatın ölümden yüzlerce değişik farkına rağmen, farkında olunmama ve paylaşamama gibi iki önemli hayati ortak payda, ölmeden önce ölmüş hissini yaşatıyor insana. Bunun sonucu olarak da paylaşmanın ve farkında olmanın( bilinç) hayati ve insani değerini idrak ediyoruz. Kiminle her neyi paylaşmamız mümkünse o şeyi paylaştığımızda hayatımızın da bir değer kazandığını anlıyor ve seviniyoruz.

O halde anı,mekanı ve ilahi nimetleri paylaşarak farkındalığımızı gönüllerin işbirliğine dönüştürerek hayatımıza can ve renk katalım.

Ölmeden ölenleri severek ve paylaşarak diriltelim

Nice canlılar var ki varlıkları ile yoklukları bir değer ifade etmiyor.

Nice ölüler var ki fikir ve eserleriyle yıllarca hayatımıza hükmediyor.

Asır denilen yüz yıllık bir zaman bilimi bir çoğu için başlamış ve çoktan bitmiş bir süreyi   gösterirken, etkisi bin yıla yayılmış düşünce,olay ve kişiler insanlığın ve tarihin kaderini yönlendirme istidadı gösteriyor. Bin yıl sonra esamem okunmayacaksa, şu anki yaşamımın beşeri bir değerinden söz edilemez. Yani ha olmuşum ha olmamışım. Bin yıl sonra esamem okunacaksa o zaman da ölmemin tıbbi bir hükümden öte bir önemi yok. Ha ölmüşüm ha ölmemişim.

Allah açısından mevcudiyetimizin sağlığı ile bitkisel ölümü arasında ontolojik açıdan bir farkı yok. Sağ olmak ve yaşamak elbette bizim ve bizi sevenler için önemlidir. Varlığımızdan salih amel nevinden yeni varlıklar neş?et etmişse eğer hayatımız hem insanlar arasında hem de Rab nezdinde ölümsüzlük kazanacaktır. Öte yandan sıradan birinin etinin toprağa karışmasının, değerlendirilmeyen bir otun toprağa karışmasından ne farkı olabilir?

Paylaşmak ve farkında olunmak. İşte hayat iksiri. Ne var ki elimizde paylaşılmaya değer eserlerimizin, kalbimizde paylaşıldıkça çoğalan sevgimizin ve beynimizde paylaşılabilen düşüncelerimizin de olması gerekir. Haddi zatında ölmeden ölenler, yalnızlığı berzaha girmiş bir ölü gibi yaşayanlar, elinde paylaşılmaya değer hiçbir şey bulunmayanlardır. Fark etmeye fark etmeye, fark edilemeyenlerden olmuşsanız kimseyi suçlamaya hakkınızın olmadığını da bilmeniz gerekir. Farkındalığı insanlara ceza gibi gelenler de kendilerini unutturarak insanlığa bir kez olsun bir iyilik yapabilirler.

Ölümle bu kadar benzeşen ve onunla birlikte anılan bir olgu olan yalnızlığa karşı bireyler ölmez tedbirler olmak zorundadırlar. Zira yalnızlığın öldürücü bir etkisi vardır. Onun bizi yok etmesine fırsat vermeden bizim onu yok etmemiz gerekiyor.

Elveda yalnızlık, merhaba hayatın vazgeçilmez iksiri. 

 
Mukadder Arif YÜKSEL
Çorum Bayat Müftüsü
26.02.2009 13:10:00