Dev İştahlar

Fert  ve  toplum  münasebetleri  sandığımızdan  da  karmaşıktır. Bu  iki  yapı  taşı, başlı  başına  farklı  iki  birim  olmakla  birlikte, birbirinden  ayrılmazlar; karşılıklı  bir  etkileşim  içinde  varlıklarını  sürdürürler.

Birçok  fikir  adamı, ferdi  ihtiyaçların, toplumun  yapısına, işleyişine, nüfusun  hacim  ve  yoğunluğuna, eğitim  seviyesine  ve  etkileşim  hızına  göre  azalıp  çoğaldığını  iddia  etmişlerdir  ki, doğrudur.

Gerçekten  de  uzmanların  tespitlerine  göre, ferdi  ihtiyaçlarımız  sınırlıdır; yeme, içme, barınma  ve  korunma  gibi  birkaç  temel  mesele  etrafında  döner  dururuz. Fakat  cemiyettir  ki, bu  ferdi  ihtiyaçları  çoğaltır, büyütür  ve  içinden  çıkılmaz  hale  getirir.   Yapılan  müşahedeler  göstermektedir  ki, insan  grupları büyüdükçe, kalabalıklaştıkça , eğitim  seviyesi  itibarı  ile  yükseldikçe  ferdi  ihtiyaçlar  da  o  nispette  artmaktadır. Böyle  bir  toplumda  fertleri  ve  kitleleri  tatmin  etmek, artık  çok  zorlaşmaktadır.

Durum, memleketimiz  için  de  aynıdır. Bundan  elli  altmış  yıl  önceki  ferdi  ve  toplumsal  ihtiyaçlarımız  ile  bugünkü  ihtiyaçlarımız  çok  farklıydı... Dün, yer  yataklarında  yatılır, leğende  banyo  yapılır, suyu  evlere  kovalarla  taşır, çamaşırları  elle  yıkar, fakir  ve  çıplak  odaları  ot  süpürgelerle  temizler, keçe  ve  kilimler  sererek  evleri  süsler, toprak  dam  altında  kuzine  ve  sobalarla  ısınmaya  çalışır, radyo  dinlemek  için  kahvehanelere  gidilir, ayda  yılda  bir  gazete  bulunabilirse  okunurdu…

Daha  neler?  Ötesini  siz  hatırlamaya  çalışın.

Şimdi, öyle  mi  ya?..  Her  şey  ne  de  çok  değişti. Mecburi  gelişmelere  ve  değişmelere  paralel  olarak  ferdi  ihtiyaçlarımız  ne  kadar  çeşitlendi  ve  büyüdü. Yatağımızdan  yorganımıza, banyomuzdan  tuvaletimize, soframızdan  giyim  ve  kuşamımıza, kullandığımız  ev  aletlerinden  son  model  otomobillere  kadar, her şey  ne  kadar  değişti.

Cemiyet  büyüdükçe  iştahımız  da, ihtiyacımız  da, arzu  ve  isteklerimiz  de  büyüdü… Ve  işin  garibi , büyümeye  de  devam  ediyor.

Maalesef,  gittikçe  devleşen  bir  ihtiras  ve  kapris  dünyası  kuruluyor…

Ve  gardroplar  tıka  basa  kıyafetlerle  doluyor; ayda  bir  kez  aynı  giysiyi  giymeye  sıra  bile gelmiyor.

Sıfır  kilometre  alınan  otomobilin  taksitleri  henüz  bitmeden, yeni  üretilen  modellere  sanki  ‘’hiç  yokmuş’’  gibi  gıpta  ile  bakılıyor.

Yani  gelişmeler,  o  kadar  da    açıcı  değil…

Bir  ihtiras  ve  kapris  dünyası  ki, köyden  şehre, küçük  şehirden  büyük  şehre  doğru   gittikçe  dehşet  kazanıyor. Bir  lüks  ve  tüketim  tutkusu, gittikçe  yayılıyor.

Şimdilerde  kalkınmışlığın (!) ölçüsü  bu  zannedersem…

Fabrikalar, atölyeler, çarşı ve  pazarlar, bu  devleşen  iştahımıza  cevap  vermek  üzere, üç  vardiya  halinde  çalışmakta; kıskançlıklar, rekabetler, hasetler  körüklenmekte... Eşyanın  kuvveti  altında  ezilen  cüceler, dev  iştahları  ile  öğünmekteler.

Evet, bu  gidiş   yönü  iyi  değil… Ama  bu  gidişatı  durdurmak  da  mümkün  değil. Bu  kahredici  yarışın  önüne  çıkacak  kimseler,  sele  kapılmış  bir  saman  çöpü  gibi  sürüklenip  gitmeye  mahkûm…

O  halde  ne  yapmalı?

Yapılacak  iş , ya  bu  gidişatı  oluruna  bırakacak  ve  gelişmelerin  seyircisi  olacağız, yahut  da  bütün  tarih  boyunca  Şanlı  Peygamberlerin, büyük  ahlâk  ve  devlet  adamlarının  yaptığı  gibi,  insanı  bir  ‘’kendisine’’  davet  edeceğiz.  Nefis  muhasebesi  adını  verdiğimiz, insanı  kendi  kendinin  hâkimi  kılacak  bir  ‘’iç  değişmeye’’  zorlayacağız.  İnsanın  maddi  değil, manevi  açlığını  kışkırtarak, maddeci  ve  egoist  karakterleri  yerine  yüce  hedeflere  giden   idealist  karakterini  harekete  geçirmek  zorunda  olacağız…

Veya, elbise  dolabında  giyilmek  için  sıra  bekleyen  ve  bir  türlü  giyilemeyen  kıyafetlerin  hesabının  nasıl  verileceğini  anlatacağız.

Bu  görev  hepimizin.

Vesselâm…

 

Abdurrahman  KARAL


23.12.2010 22:20:00