Grup Başkanı Hocamız Mikail Hoca Efendi Kâbe-i Muazzama’nın etrafında ilk tavaf’ımızı yaptırdı. Arkasından Makamı İbrahim de İki Rekât Namazımızı kıldık ve Zemzem çeşmelerinin başında Zemzemimizi içtik… Bizlere karşı son derece sabırlı ve zarif hareket eden Grup Bşk Mikail Hocamız en ince ayrıntılarına kadar bu kutsal yolculuğun önemini anlatıyor aklımıza takılan her şeyi öğretmeye çalışıyordu. “Bu Allah’ın toplantısıdır çağırdı bizlerde saatinde geldik, inşallah mebrur bir Hac olur, çünkü mebrur bir Haccın karşılığı Cennettir” diyordu.
Mekke de Kâbe’ nin bulunduğu büyük mescid MESCİD-İ HARAM dı ,
manası “güvenlikle ibadet edilecek yer” ayrıca Harem-i Şerif te denilmekte idi. Kâbe’nin köşesinde tavafın başlama noktasını belirten siyah bir taş “Hacer-ül Esved” bulunmakta. Peygamberimiz “ Mescid-i Haram da kılınan bir namaz, diğer mescitlerde kılınan (Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa hariç) yüz bin namazdan daha faziletlidir” buyurmuş. Hz. Ömer civarda bulunan yerleri satın alıp genişletmiş ve duvarların üzerine kandiller koydurmuş ve şimdi bizler buradaydık… Rüya gibiydi her şey…
Sefa ve Merve arasında SAY yapmak üzere mekânı değiştirdik.
Sa’yi Anlamak: “Şüphesiz Safâ ve Merve, Allah’ın sembollerindendir.” (Bakara, 2/158) Koşmak, hızlı yürümek anlamına gelen “sa’y”, bir arayış. Terim olarak, hac ve umrede Kâbe’nin doğu tarafındaki Safâ Tepesi’nden başlayarak Merve’ye dört gidiş, Merve’den de Safâ’ya üç dönüş olmak üzere bu iki tepe arasındaki gidiş- gelişe deniliyor.
Hacda yapılmakta olan sa’yin aslı, Hz. Hacer’in henüz süt emen oğlu İsmail için su ararken bu iki tepe arasında koşması hadisesine dayanıyor. Dolayısıyla Safâ ve Merve arasındaki sa’y, Allah’ın rahmetinin en büyük tecellilerinden biri olan anne şefkatinin Hz. Hacer validemizde kendini gösteren şeklinin yâd edilmesi. Yani; annelik şefkatine ve sevgisine İslam’ın verdiği değeri simgeleyen temsili bir hareket.
Hayal ülkesinde gibiydim. Kâbe beni çok etkilemişti. Otele dönünce kendimi toparlarım sandım ama sabaha kadar uyudum uyandım. Ben Kâbe-i Şerif-i görmüştüm. Ona çok yakındım, şaşkındım…
Tavaf ve Say bizi yormuş farkına varmamışız. Baktım baldırlarım sertleşmiş hemen doktora gidip danıştım, verdiği kremle ovunca rahatladım. Vakit namazlarını Kabe-i Şerif’ te kılmaya çalışıyor ve oradan otele gelmek istemiyorum. Hele yatsı namazından sonra orada Sabah namazını beklemek kadar güzel bir durum olamaz. Kur’an okuyor, kaza namazı kılıyor, tavaf yapıyorsunuz bir bakıyorsunuz Sabah Namazı olmuş bile. Uyku aklınıza gelmiyor. Grup Başkanımız Mikail Hocamız sürekli bize nelerin eftal olduğunu, ne yaparsak daha karlı olacağımızı bize en ince detaylarına kadar anlatıyordu. Bir ikindi vakti “bu akşam toplanalım Kabe-i Şerif’te Tesbih Namazı kılalım” dedi ve çok güzel bir düzen içerisinde namazımızı kıldırdı. Grubumuzun birbirini tanıması, neşeli ve hareketli bir durumu ortaya çıkarıyordu, çok mutlu bir ortam oluşmuştu ve dostluklar pekişiyordu. Tavafa yalnız da gidiyorduk grup olarak ta. Grupla gittiğimizde “Allahu Ekber “nidaları ile oraları inletiyorduk. Hele bir gece Hacı Elçin ile Hicr-i İsmail’de namaz kılışımız tamamen mucize idi. Tavaf sonrası o bölüme insanların alındığını gördüm ve “Elçincim Tavaf Namazımızı orada kılar mıyız” dedim. “kılarız hacım” dedi ve bize kimse dokunmadan içeri girmeyi başardık, hem Tavaf Namazımızı orada kıldık hem köşe de olduğumuz için kimse bizi tartaklamadan Kâbe’nin duvarlarına sarılıp gözyaşları içerisinde dualarımızı yaptık.
Otelimizde aşçılarımız Türk’tü. Yemekler gayet güzel çıkıyordu. Zaten orada fazla yemek aklıma gelmiyor, Mehmet Bey ile bir çorba içip Kâbe’ye koşmak istiyorduk. Bu halimizi kızım Ela ile gelinim Seda görse “bakalım ne kadar zayıflayacaksın” diye bana takılırlardı.
Kat Hizmetlileri genellikle Myanmar’lı idiler. Myanmar da ki katliamlardan kaçmış buralara gelmişlerdi. Gerek otelde gerek dışarıda hiç kadın çalışan yoktu. Oteller ne kadar temiz ise dışarısı o kadar berbat bir durumda idi. Hac vazifesini yapmaya gelenler sokaklarda, otellerin önlerinde, çöp konteynerlerinin yanlarında, yiyip içip yaşıyor, birer seccade serip oralarda uyuyorlardı. Bir gece Mehmet Bey ile Tavaf için çıkalım dedik, baktık şehir pırıl pırıl bir duruma gelmişti. Gündüzün milyonlarca insan tarafından oldukça kirletilen şehir gece temizleniyor ama birkaç saat içerisinde yine aynı şekilde kirleniyordu ve ilginçtir bir tek görevli bile size neden buraları bu kadar kirletiyorsunuz gibisinden tavır almıyordu. Arabalar bile gelen hacıların misafir olduğu gerçeğini öylesine kabullenmişlerdi ki sessizce geçiyorlardı caddelerden, ne bir korna sesi, ne bir şamata…bizde olsa vallahi o kalabalıkta günlük en az 5-10 ölümlü kavga meydana gelirdi.
Nijeryalılar,Pakistanlılar, Hinliler,Tunus, Afganistan, Japonya bin bayraktan insan var….ve her yer insan dolu…Hava çok sıcak,gündüzünde gece de hava da kesif bir koku var…sıkıntılı bir durum, dikkatinizi çekiyor ama şikayet etmiyorsunuz, koşa koşa Beytullaha gitmekten başka bir şey düşünemiyorsunuz…kalabalık…insanlar…anlaşılmayan lisanlar ve konuşulan tek dil…lebbeyk…Allahümme lebbeyk…
Bir sancak altında kaç milyon insan
Ne tenleri benzer ne dilde lisan
Olmuşlar tek yürek tek bedende can
İnsanlığı gördüm Beytullah ta ben…
Okyanuslar aşmış gelmiş nicesi
Aç susuz uykusuz gündüz gecesi
Her nefes dilinde kuran hecesi
Sevdalılar gördüm Beytullah da ben
Rabbin o davetli misafirleri
Doldurmuş Mekke de her karış yeri
Dillerde dinmez lebbeyk sesleri
Arşa yollar gördüm Beytullah da ben
Şehirde sanki kentsel dönüşüm var gibi, pek çok yer yıkılmış ve yapılacağını söylüyorlar. Bizim bulunduğumuz bölge tamamen oteller bölgesi. Burada yerlilerin yaşadığı mahalleler yok, tamamen ticari bir bölge..
Bu arada görevli Bayan hocamız Nazife Sağlamoğlu kadınlarla toplantılar düzenleyip bilgilendirmeler yapıyordu. ‘4. Kafile 3. Grup oldukça mutlu bir ibadet dönemi geçiriyorduk. Hem neşemiz yerindeydi hem maneviyatımızı güçlendirmeye çalışıyorduk. Gerek hocalarımızdan gerek bizden önce gidenlerden öğrendiğimiz bilgiler bizleri daha da şevklendiriyordu. Hepimiz rabbimizin evinde bulunmaktan son derece mutlu ve umutluyduk…” Lebbeyk” nidaları ile topluca Kaba-i şerife gidişlimiz unutulmayacak hatıralarımızdandı.
Annesi ve teyzesini getiren genç kızımız Elçin Hanım, Annesi ile gelen İrfan Öğretmen, Özkan Bey -Gülgün Hanım çifti, Taner Bey- Funda hanım çifti, Cevat bey, Hakan Bey ve eşi, annesi ile gelen Azer hanım grubumuzun genç ve dinamik ekibiydi. Hepimiz özellikle Taner, Cevat, İrfan ve Hakan beylere her konuda çok güveniyorduk. Ekibimizin levhasını ellerinden düşürmediler. Grup Başkanı Mikail Hocamızın birinci yardımcılarıydılar. Enerjimiz devamlı olsun diye çerezler, acıkınca birer elma, susayınca yanı başımızda zemzemimiz kendileri tarafından hemen kafileye dağıtılıyordu. Bu arada Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mehmet Sekmen’de eşi ile gelmişti. Onlar önce Medine’ye arkasından Mekke’ye geldiler ve aynı otelde kaldık. Kendilerinin geleceğini önceden öğrenmiştim ve geldiklerinde otelin kapısından girdiler ben” Reis Bey hoş geldiniz” dediğimde sanırım sayın Sekmen hayatının şoklarından birini yaşadı “siz… buradasınız” diye şaşkınlığını dile getirdi.
Arafat’ta bir hanım kolumu tuttu ve bir dakika adınız Zekiye’mi” dedi. Aşkale’nin eski ailelerinden, büyüklerinden Başöğretmen Necati Oral’ın kızı Firdevs’ti, çocukluk arkadaşımla tam kırk yıl sonra yollarımız orada kesişmişti.
Dadaş kentte babamların karşı komşusunun oğlu Muhammet Hoca Efendi de bir kafilenin başkanı olarak oraya gelmişti. B eni aradı buldu, kendisinden Allah razı olsun…
Nereye gidersek gidelim kafilemizi bir arada tutmak için olağan üstü gayret sarf eden Mikail Hoca Efendi sayesinde kafilemizden hiç kaybolan hacımız olmadı. Şeytan taşlamadan döndüğümüzde 60 kişilik başka bir kafileden Hoca ve bir kişi kalmıştı, insanoğlu çiğ süt emmiş “gülmeyelim” dedik ama güldük vallahi…
Müsait olduğumuz zaman dilimlerinde Mikail Polat Hocamız bizi görmemiz gereken, ziyaret edilmesi gereken yerlere götürüyor, maneviyatımızın güçlenmesi için elinden geleni yaparak her güzelliği bizlere anlatıyordu.
29.10.2014 20:10:42