En zor yazı, bir dostun arkasından yazılan yazıdır.
Kelimeler biter, cümleler kısalır, muhayyilen daralır.
Misal; kırk yıllık dostunu anlat derler sana...
Neyi nasıl ve neye göre anlatacaksın?
-İyi insandı, şöyle merhametliydi!
-İyi de hepsi bu kadar mı?
İbrahim'le tanışmam çok eskilere dayanmıyor. Her ne kadar ikimiz de birbirimizi uzaktan tanıyor olsaydık da bir türlü aynı masada oturup hemhal olmamıştık.
İlk tanışmamıza selametlik Nevzat Saygılıoğlu vesile olmuştu. Sağolsunlar Palandöken'i ziyarete gelmişlerdi. Sonra İbrahim'le aramızda kardeşliğe varan dostluğumuza ise, Ahmet Karadayı vesile olmuştu.
Bugün mahpus olan Ahmet, bir zamanlar bu şehirde öylelerini adam etti ve öylelerine ekmek yedir ki, şartlar böyle olmasaydı eğer, kim bilir Ahmet, hangi "bey" olacaktı!
Neyse, bugün ki meselemiz Ahmet Karadıyı değil...
Allah cümlesine olduğu gibi Ahmet'e de yardımcı olsun.
Şu sıralar yoğun bakımda dualarınıza ve Allah'ın şifasına muhtaç olan İbrahim, öyle civanmert bir Erzurumluydu ki hiç bir zaman Firavunların, zalimlerin ve kendini yarı tanrı zanneden putperestlerin yanında yer almadı! Sırf bu yüzden neredeyse sekiz yıl Erzurum'a gelmedi, gitmedi!
Neyse ki Mehmet Sekmen gibi aklı başında bir belediye başkanı geldi de İbrahim ve İbrahim gibi daha nice bu şehrin değerine sahip çıktı.
Lafı uzatmayalım sevgili dostlar; İbrahim şimdi Azrail'in pençesinde ölümle boğuşup duruyor.
Daha on gün önce dünyaya gözlerini açan bir yavrusu ve o yavrudan önce de iki yavrusu var.
O yavrular babalarının eve dönmesini bekliyor.
Hangi çocuk beklemez ki...
Hangi anne çocukları yetim kalsın ister ki...
Hangi baba çocukları gözyaşlarına boğulsun ister ki...
Fakat hayat hep sürprizlerle dolu...
İşte İbrahim... İbrahim, bugün ölümle kalım arasında gidip geliyor.
Eğer türküler, şarkılar, şiirler bir deva olsaydı İbrahim o komaya girmezdi.
Görüyoruz ki kader, bize tayin ettiği hayatı er ya da geç ama mutlaka yaşatıyor.
İbrahim'i yakından tanıyan bir kişi olarak söylüyorum:
Kendilerini günahtan münezzeh, hatadan ari olanlardan değildi.
Allah'ın affına ve mağfiretine sığınırdı hep...
Hani şu cehennem zebanileri var ya... Bilirsiniz cancağızım, sizi her cuma alevler içine atan şu şeytan-ı ekberler...
Onların gözünde kendilerinden başka herkes cehennem kütüğü!
Bereket versin ki Allah bu zebanileri şu yeryüzünde kendine vekil ya da temsilci atamadı. Yoksa bu adamlar babaları dahil kimseyi Allah'ın ikramı olan cennete sokmazlardı.
İbrahim gönül adamı, kardeşlik yanlısı, insanlık sevdalısı bir kimseydi.
Belki karısı bile bilmiyordur, ben tanık olduğum bir gerçeği ilk defa buradan açıklıyorum:
İbrahim'in yüreği öyle merhamet ve sevgi doluydu ki, hani şu cennet-cehennem emlakçılarının bir defa bile hatırlamadıkları Suriyeliler için akşam, şarkı okuyarak kazandığı yövmiyeden yardım eden biriydi.
Rabbim O'nu yavrularına ve karısına bağışlasın; şayet vadesi de dolmuşsa merhametiyle muamele buyursun...
O Erzurum'u söyledi, Erzurum'a dair söyledi...
Harbi bir Dadaş'tı, yiğit bir Erzurumluydu...
Fukara bir ailede doğdu, ama gün geldi parası da pulu da oldu, ama hiç bir zaman zenginliği kendine şiar edinmedi.
Erzurum, O'nu hep kırdı, ama O hiç Erzurum'a kırılmadı.
Hani Reyhani demişti ya "suskun dillerin tercümanıyım" diye...
İbrahim de o yolda yürüdü, o yolda sanatını icra etti.
Rabbim O'nun için ne süre biçmiş bilemeyiz. Lakin bize düşen görev, Allah'tan O'nu henüz on günlük yavrusuna bağışlamasıdır.