Necip Fazıl merhumu çok kızdığı bir hasmı için, “…sen çukur bile değilsin, çünkü çukur bile bir seviyedir” demişti.
Adamın yazdığı mesaj aynen şöyle:
“Hamdolsun ki İsrail düğmeye bastı ve hamdolsun ki Amerika üstünü çizdi!”
Sizce bu mesajdan kim kasdediliyor olabilir?
Neyse siz kafanızı yormayın, biz söyleyelim.
Bu mesajın hedefindeki kişi, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan…
Şaka gibi değil mi?
Fakat ne yazık ki şaka değil.
Aklını ve gönlünü Siyonizme ipotek etmiş bir takım adamlar, sırf Tayyip Erdoğan kaybetsin diye, her türlü alçaklığı ve işbirlikçiliği kendine amentü bellemiş…
Sabah akşam lanet okuyup duruyorlar!
Niçin böyle yaptıklarını artık Mısır’daki sağır sultan da biliyor…
Vatan, millet, mukaddesat, bayrak, istiklal, bağımsızlık, demokrasi, hukuk…
Bu adamlara göre, menzili maksuda erişmek uğruna hepsi feda edilebilecek küçük değerlerdir.
Peki kimin için ve ne uğruna?
Cevabı çok açık:
İsrail’in ve Siyonizmin bayraklaşması adına…
Tayyip Erdoğan, aslında bu adamlar için dün de “çok makbul” biri değildi.
Nasılsa sırası geldiğinde bir posa gibi çöpe atarız diye düşünmüşler ve o günü sabırsızlıkla beklemişlerdi.
Bir an zannettiler ki işte o gün geldi.
Düpedüz çuvalladılar.
Allah oyunlarını ve tuzaklarını başlarına geçirdi.
Kendi devletini ve kendi milletini elin gavuruna gammazlayan bir adam, hangi dine iman ediyor olursa olsun, bana göre ne o iman sahihtir, ne de o din…
Bunca sene Tayyip Erdoğan’a dair ciddi eleştirileri olan ve bir gün karşılaşma imkanı bulursam, “Sayın Başbakan lütfen bağırmayın, her gün televizyonlara çıkmayın, muhataplarınızı azarlamayın, herkesi kucaklayan bir başbakan olun, sizi ekranlarda gördüğümüzde, ‘durun bakalım başbakan ne söyleyecek’ diye merak içinde kalalım” demeyi düşünen ben, şimdi Tayyip Bey’le karşılaşsam, “…yer yüzündeki bu son Türk devletini koruyup kollamak, onu cihan şümul bir hale getirmek senin boynun borcudur. Bu yolun sonunda ölüm varsa unutma ki yalnız değilsin, (bir önemi varsa eğer) ben de yoldaşınım” şeklinde haykıracağım…
Siyonizm amigosu ve emperyalizm muhibbi bu adamların anlayışını aslında biz yakın ve uzak tarihimizde sıkça görmüş bir milletiz.
Onlar değil miydi ki, Rusların Erzurum’u işgalinde (1914) memleket evlatlarını Rus kamandarlara ihbar edip karşılığında pis canlarını garantiye aldılar. Onlar değil miydi ki, “…bizim neyimize lazım istiklal. En iyisi girelim Amerikan boyunduruğuna rahat edelim” diyen, onlar değil miydi ki, üç paralık ihale uğruna memleketinin gizli sırlarını işgal kuvvetlerine satan…
İşte o adamların torunları ya da o anlayışın devamı bugün de işbaşında…
Türkiye’yi, kıble bildikleri İsrail’e jurnalleyip duruyorlar.
Savcıları da var, hakimleri de…
Polisleri de var, bürokratları da…
İşadamları da var, satılık kalemleri de…
Tabanları yok ama varmış gibi davranıyorlar…
24-25 yaşlarındaki genç bir savcı intikam histerisi içinde ağzından köpükler fışkırtarak soruyor:
“Ankara’da bazı şerefsizler paralel devlet diyor, ulan şerefsiz söylesene paralel devlet kim?”
Aklını ve izanını ipotek ettiği “emir” uğruna yitiren o savcı, adalet dağıtacak veya açtığı soruşturmalarla topluma huzur sunacak…
Bu mümkün mü?
Değil, elbette…
Ama o ve benzeri savcılar hala ellerinde “sultan” mührüyle esip savuruyorlar!
Emniyet’in çatı katında dinleme cihazları bulunuyor ama Erzurum’da nasıl oluyorsa oluyor görevinden alınan “paralel devlet”in bir istihbaratçısı internet sitelerine “tekzip” kararı gönderebiliyor.
Nasılsa tıpkı riyakarlıkta olduğu gibi yalanın da menzili yok!
MİT’i hedefe koymuşlar.
Hakan Fidan Şia’ymış, İran muhibbiymiş!
Bunlar düpedüz İsrail söylemleri.
Mesele, sandığınız gibi sıradan bir mesel değil.
Milli devlet, özgür ulus…
Bu kavramlar İsrail’den önce İsrail yancılarını rahatsız etti.
Madem öyle, bendeniz de Tayyip Bey’e inanıyorum; üstelik birçok yanlışına rağmen…
Çünkü bütün derdim, bu son Türk devletinin başına örülmek istenen çoraptır.
Bir yanda olanca köylülüklerine ve acemiliklerine rağmen milliler, öbür yanda tüm profesyonelliklerine ve oyun içinde oyun kuruyor olmalarına rağmen Siyonizm şakşakçıları…
İstiklal Savaşı’nda da benzeri olmuştu.
Bir tarafta Batı egemenliğini isteyenler vardı, öbür tarafta da “ya istiklal ya ölüm” diyen Mustafa Kemaller vardı.
Bugün Mustafa Kemal yok ama…
O uğurda mücadele eden bir irade görüyorum ve tercihimi işte o iradeden yana kullanıyorum.
Şunu da biliyorum:
Bu tür tercihlerin sonunda kelle gidebilir.
Eyvallah…
Nasılsa ölümden öte bir köy yok…
Bazen öyle bir an gelir ki, alçaklık parayla borsada alınır satılır. Bazen de öyle bir an gelir ki vatanperverliğe paha biçecek barem bulunamaz.
Bir iki gün önce de yazmıştık:
O ayakkabı kutuları sadece ve sadece yağmalanmak istenen bu devleti gizlemek için sunulan fragmandan ibarettir.
Siz ayakkabı kutusundaki dört buçuk milyon dolara bakarken adamlar bir kalemde onlarca milyar doları ceplerine indirdi.
Birileri de (aslında görevleri icabı) bu olup biteni izledi ve adres saptırmak için elinden geleni yaptı.
“Bakanların oğulları hırsız olabilir mi?”
Olabilir, bilmiyorum.
Bu, bana baklava çalan çocuklar karşısında bankaları soyan ve milyar dolarları uçuran baronları hatırlatıyor nedense…
Gelin en iyisi mi bir fıkrayla mevzua nokta koyalım.
Cemaatten biri sabah namazı için camiye gidiyor. Tam camiye girmek üzereyken bir bakıyor ki, imam efendi caminin avlusunda günah üzre…
Adam bağırıp çağırıyor, “Allah belanı versin, bir de imam olacaksın” diyor.
Bu durum karşısında beklenen şudur: İmam utanacak, suçunu ört-bas etmek için çırpınıp duracak.
Hayır…
Tam tersi oluyor.
İmam, vaktinden erken saatte camiye gelen o mümine bağırıp çağırıyor:
“Dua et iş üstündeyim, yoksa sana camiye tükürmek neymiş gösterirdim”
Bugün tam tersi oldu…
Buna rağmen bağırıp çağırıyorlar: Siyonizmi yedirmeyiz!
Ahali yutmuyor artık…
Bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu da, Devlet bahçeli de sokağın nabzını tutamıyor…