Elbette ki her insan gibi genelkurmay başkanı da suç işleyebilir yahut da görevi sırasında haddi aşan işlere imza atabilir.
Fakat bir ülkenin genelkurmay başkanı (hele Türkiyenin) terör örgütü kurup, sonra da yanına onlarca silah arkadaşını alarak, bu örgüt eliyle devleti yıkmaya kalkmaz.
Bu iddiayı beş yaşında bir çocuğa dahi sorsanız size "saçmalama" der.
Dün önce Anayasa Mahkemesinin ardından da İstanbul 20 Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği kararla tahliye olan İlker Başbuğ, ne teröristtir, ne de terör örgütü kurucusudur.
Böyle bir zırvaya inanmak için ya kötü niyetli olmak ya da ileri derecede embesil olmak gerekir.
O tutuklu subaylar için de "terör örgütü mensubu" demek akılla ve vicdanla izah edilecek bir durum değil.
Ha şunu derseniz, bu subayların bir kısmı şayet denk düşürebilseydi darbe yapacaktı.
Tamam; bu daha inandırıcı ve bizim de yakın-uzak tarihimizle asla çatışmayan bir gerçek.
Elinde silah olan ve geleneğinde darbe yapma kültürü bulunan bir ordu, niye terör örgütü kursun ki, olsa olsa darbeci ve cuntacı olur.
Bak Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine!
İlker Paşanın böyle bir suçlamayla tutuklanması nasıl ki maşeri vicdanı sızlatmıştıysa şimdi bu tahliye kararıyla çok geç de olsa adalet yerini bulmuş oldu.
Evet; Başbakan defalarca yüksek sesle itirazını dile getirdi, "Başbuğ terör örgütü lideri ve üyesi olamaz" dedi. Fakat yine de o süreçten hükümet dolaylı da olsa sorumludur.
Bugün ortaya çıkmış olan "paralel yargı"nın o süreçte nasıl eline balta alıp kelle kopardığını vicdan sahibi insanlar haykırıp dururken, hükümet cephesinde kimse, "yahu bu insanlar haklı olabilir mi" diye sormadı.
Geç kalınmış olsa da hükümet, bu "ihmal"ini telafi etme adına hukuki düzenlemeye gitti, tahliyelerin önünü açacak yasalar çıkardı.
Yeter mi?
Yetmez.
Çünkü evrensel hukukun temel kurallarından biri şudur:
Masum bir adamın 24 saat hapis yatmasından ise, katil birinin salıverilmesi tercih edilir.
Toptancı bir mantıkla, adına Ergenekon, Balyoz ve başkaca isimler takılan o davalarda sanık olan herkese "sütten çıkmış ak kaşıktır" demek hiç de kolay değil. Ancak hukuka gerçek manada hukuk devleti olacaksak masuniyet karinesine saygı göstermek zorundayız.
Yargı kararıyla (ama ideolojik olmayan, belli bir amaca hizmet etmeyen, yasadışı yapılar tarafından yönlendirilip kontrol edilmeyen) suçlu olduğu kanıtlanmamış kimseler için peşinen "suçludur" yaftası yapıştıramayız.
Aynı şey bugün sürmekte olan paralel yapı soruşturmasında "sanık" pozisyonunda olacak kişiler için de geçerli...
Aslında bütün bu olaylar bize, en az hava ve su kadar adil ve bağımsız bir yargıya nasıl muhtaç olduğumuzu göstermektedir.
İnsanlar gibi ülkeler de gün gelir zengin olup kalkınabilir.
Lakin bir insan nasıl ki vicdanını karartır ve insani değerlerini yitirirse o sadece şeklen bir insandan ibaret kalırsa, devletler de eğer adalet üzre yönetilmez ve mahkemeler bağımsız ve tarafsız kararlar vermez ise, isterse bütün dünyanın hazinelerine sahip olsun kaç para eder ki? O devlete, devlet mi denir, canavar mı?
Adalet tesis etmek, bazen şairin dediği gibi beyazı beyazdan ayırmak kadar zordur.
Fakat marifet de işte odur.
Yani:
Adalet yanlış yapabilir ama kasıt içinde olamaz.