Mevlana; ''adalet nedir?'' diye sorar, '' bir şeyi yerli yerine koymak, hak sahibine hakkını vermektir'' diye cevap verir. Sonrada, ''zulüm nedir?'' diye sorar, ''bir şeyi layık olmadığı, hak etmediği yere koymaktır, hak sahibine hakkını vermemektir'' der. Bir başka sözünde ise ''adalet güle su vermektir, zulüm ise dikene su vermektir'' der ve devam eder; ''adalet,pabucun ayakta külahın başta olmasıdır, zulüm ise pabucu başa külahı ayağa giymektir.''
Evet, zulüm, bir şeyi uygun tarzda yapmamak, ölçüsüz davranmak, haddi aşmak, haksızlık yapmak anlamına gelir. Zulmün zıddı adalettir. Adalet ise; denklik, her şeyi yerli yerine koymak, ölçülü olmaktır.
Zulüm yıkar, adalet yapar. Her şey adaletle kaimdir. "Allah göğü yükseltti ve ölçüyü koydu ki dengeden sapmayasınız. Ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız." (Rahman, 7-9)
Zulüm, inkâr, şirk, nankörlük şeklinde insanın kendisine yönelik olabileceği gibi, şahısların birbirlerine karşı haksız davranmaları, zalimler tarafından yönetilmeleri şeklinde de cereyan edebilir. Hangi türlü olursa olsun zulmün, fert ve toplumlar için ağır faturası vardır. Adalet felah, zulüm helâk sebebidir. "Şüphesiz zalimler felaha eremezler." (Enâm, 135)
Şairin dediği gibi: "Kral da olsa, orduları dağları ve ovaları doldursa da zalim hiç bir zaman kendisini güvende hissetmesin." "Zulm ile abad olanın, ahiri berbat olur."
Zalim insanların ve toplumların helak olması ilahi kanun gereğidir. Tarih; haksızlık sebebiyle yıkılmış toplumların adeta teşhir salonudur. "Andolsun ki biz, sizden önce nice nesilleri, zulümleri sebebiyle helak ettik." (Yunus, 13) "Biz onları günahları sebebiyle helak etmiş ve Firavun ailesini suda boğmuştuk, onlar hep zalimlerdi." (Enfal, 54) "Biz halkı zalim olan nice memleketleri kırıp geçirdik, onlardan sonra da başka topluluklar meydana getirdik." (Enbiya, 11)
Demekki, toplumların helak sebebi, işledikleri günahlar ve haksızlıklardır. Allah ise âdil olduğu ve kendisine zulmü yasakladığı için hiç kimseye haksızlık yapmaz. "Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler" (Hûd, 101) Bu âyet aynı ifadelerle üç defa zikredilmiştir.
İnsanoğlunun yükselmesi, alçalması, felâhı ya da helâki, meşrû veya gayr-i meşrû hayat tarzlarına bağlıdır. Kullar hak eder,Allah ise halk eder. Herkes lâyık olduğu neticeyi bulur.
Devletler, âdil olmak şartıyla küfür üzere ve şirk üzere yaşayabilirler, fakat Müslüman bile olsalar adil olmadıkları takdirde yaşayamazlar. Bu gerçek Kur'an'da şöyle belirtiliyor: "Rabbin, halkı düzgün olan ülkeleri haksız yere helâk edecek değildir." (Hûd, 117) Bir ülkede insanlar birbirlerine karşı haksızlık yapmaz, yöneticileri de onlara zulmetmez,herkes hakka hukuka riayet ederse sırf kâfir veya müşrik oldukları için helâk olmazlar. İbn Teymiye daha net olarak şöyle söylemektedir: "Allah, kâfir de olsa âdil devleti ayakta tutar, fakat Müslüman da olsa âdil değilse o devleti ayakta tutmaz. Denilir ki; dünya adalet ve küfürle devam eder. Zulüm ve İslam'da devam etmez."
İslam'ın olduğu yerde zulüm olamaz, olmamalıdır. Zira bu iki kavram birbirine zıttır. Bunda garipsenecek bir şey de yoktur. Sözde Müslüman fakat halkı ve yönetimiyle zalim olan nice İslâm ülkesinin hali pürmelali ortadadır. Adam kayırmanın, rüşvetin, torpilin, haram kazancın, yalanın,riyanın kol gezdiği bir ülkenin ismen Müslüman olmaları bir şey ifade etmiyor. Bunun yanında gayr-i müslim oldukları halde adalete, hakka-hukuka riayet eden ülkelerin durumu da ortadadır.
Allah, dileseydi gayr-i Müslimlere baştan hayat hakkı tanımazdı. Allah âdildir, herkese amelinin karşılığını verir. "Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür, kim de zerre kadar kötülük işlemişse cezasını görür." (Zilzal, 7-8)
Gerçek anlamda her Müslümanın âdil olması, zulümden uzak durması gerekir. Müslümana yakışan da budur. Fakat ideal başka, vâkıa başka oluyor. Yalan söylemek, vadinden dönmek, emanete hıyanetlik etmek münafık sıfatı olmakla beraber, bu sıfatlar pek çok müminde de görülmektedir. Gayr-i Müslim olduğu halde hakka-hukuka riayet eden niceleri de mevcuttur.
Hz. Ömer'in dediği gibi; adalet mülkün temelidir. Rabbimiz her şey için bir mizan, bir-ölçü koymuştur. Yerler-gökler bu mizan üzere devam etmektedir. Sünnetullah dediğimiz tabiat kanunları bu mizanı ifade etmektedir. Allah'ın kanunlarında en ufak bir sapma ve değişiklik göremezsiniz. Sünnetullah'ın ortadan kalkması kıyametin kopması demektir. Toplumların kıyameti de mizana, adalete uyulmadığı zaman kopmaktadır. En ufak dengesizlik her şeyi alt-üst eder.
Bedevinin birisi gelip Hz. Peygamberimize: "Kıyamet ne zaman kopacak?" deyince, Rasûlullah: "Emanet kaybolunca, kıyameti bekle" buyurdu. Bedevî: Emanet nasıl kaybolur? Dedi. Peygamberimiz de; "İş ehil olmayana verilince kıyameti bekle" buyurdu. (Buhari)
Evet, ehil olmayanlar düzgün iş yapamazlar. İşi düzgün ve yerinde yapmamak da zulümdür. Zulmün sonu da yıkımdır, zulüm beldeleri harap eder, bereketi, güven ve huzuru ortadan kaldırır. Hak ve adalet duygusu zayıflar, kimse kimseye itimat etmez. Ümitler söner, şevkler kırılır. Vücuttaki mikroplar kademe kademe insanı yıprattığı, sonunda ölüme götürdüğü gibi haksızlıklar da yavaş yavaş toplumu helake sürükler. Bu, söndürülmeyen küçük bir kıvılcımın koskoca bir ormanı, bir beldeyi yakması gibi neticeler doğurur.
Hz. Peygamber şöyle buyurdular: "Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zalime zifiri karanlık kesilecektir." (Müslim) Zalim dünyada mazlumun hayatını zindana çevirdiği için onun da ahiret hayatı zindana dönecektir.
Zalimlere yakın ve onlara destek olmak cehenneme yakın olmaktır. "Haksızlık yapanlara meyletmeyin, yoksa ateş size de dokunur. Sizin Allah'tan başka hiçbir dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez." (Hud,113) Zalimlere meyil; zulümlerini hoş görme, onlara destek olma, onlardan destek alma şeklinde olur. Zalimden dost olmaz. O, kendisini dost edinenin de düşmanıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Kim zalime yardım ederse. Allah zalimi ona musallat eder." (Keşfu'l-Hafa)
Zalime yapılacak en iyi yardım ve destek onu zulmünden vazgeçirmektir. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et." Mazluma yardım ederim, zalime nasıl yardım ederim? diye sorulduğunda: "Onu zulümden alı korsun, bu da ona yardımdır." (Buhari) "Şüphesiz ki insanlar zalimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah'ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsi üzerine yayması yakındır." (Tirmizi)
Zalimin zulmüne engel olmak dururken onun zulmüne destek olmanın herkes için ne büyük felaketlere yol açtığı malumdur. Firavuna destek olanlarda denizde onunla birlikte boğuldular. "Firavun ve askerleri,yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve kendilerinin bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize attık. Bak zalimlerin sonu nasıl oldu!" (Kasas, 39-40)
Günümüzde "arap baharı" ile bir bir devrilen zalim diktatörlerle birlikte onlara destek olan, canımız, kanımız sana feda olsun diyenlerin de rezil bir şekilde devrildiklerini, toz duman olduklarına şahit oluyoruz.
Süfyan-ı Sevriye: Ölmek üzere olan bir zalime bir yudum su vermek caiz midir?" diye sorulduğunda: "Hayır, bırak gebersin" demiş.
Yazımızı Mehmet Akif merhumun mısralarıyla bitirelim:
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla
sevemem.
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam,
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.