Haber Girişi : 30 Ağustos 2019 14:53

30 Ağustos Bir sesin bir çığlığa, bir çığlığın da büyük bir çığa dönüştüğü şehir: Erzurum

30 Ağustos Bir sesin bir çığlığa, bir çığlığın da büyük bir çığa dönüştüğü şehir: Erzurum

Kazım Karabekir Paşa, “Ben ve kolordum emrindeyiz Paşam” dememiş olsaydı, tarihin seyri değişir miydi?

‘922’de İzmir’in dağlarında açan çiçeklerin tohumları, ‘919’da Palandöken’de toprakla buluşmuştu…

Cumhuriyet tarihi düşmanlarına göre -ki, bunlar “tarihçi” ayaklarında kimi televizyon ekranlarında gece gündüz dolaşıp, akla ziyan yalan ve yanlışları millete “gerçekmiş” gibi yutturmaya çalışıyorlar-ne Milli Mücadele, ne İstiklal Harbi ne de gayet doğal olarak bütün bunlardan önce yapılmış olan Erzurum Kongresi olmuştu!

Bu rezil kimseler, zaman zaman gözlerini öyle bir karartıyorlar ki, sırf Cumhuriyet’e ve Atatürk’e hakaret edebilme adına, kendilerini düşmanın ve işgâlcinin “marabası” olarak görebiliyorlar!

Merhum Attilla İlhan’ın, “Bu ülkede her zaman yüzde beş hain kontenjanı vardır” mealindeki sözünü tashih edercesine, diyorlar ki, “…hayır ne yüzde beşi, o belki eskidendi. Şimdi bizim oranımız en az yüzde on!”

El hak doğru; eksiği var, fazlası yok…

Büyük Zafer’in, yani İngilizler adına tetikçilik eden işgalci Yunan Ordusu’na, Mehmetçik eliyle Ege’de vurduğumuz son ve en ölümcül darbenin, milletimizin ve vatanımızın istikbal ve istiklaline dönüşünün (30 Ağustos’un) yıl dönümünü kutluyoruz.

Hani Büyük Önder’in, “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz İleri” dediği, o kutlu zaferin taçlandığı gün…

Hani milletimiz adına birer utanç vesikası olan Mondros Mütarekesi ve Sevr’i, tarihin çöplüğüne atacak olan sürecin başı…

Bu tarihten üç, günümüzden de tam yüz yıl öncesine gidelim…

Başta Payitaht olmak üzere,yurdun dört bir yanı işgal altında…

Erzurum Sancağı başta olmak üzere, Şark Vilayetleri ise, Ermeni çeteciler tarafından büyük oranda yakılıp yıkılmış ve binlerce savunmasız kadın, çocuk, yaşlı ve sakat insan; ahırlara ya da camilere doldurularak diri diri yakılmış.

İç Anadolu’da birkaç yer, sırf Milli Mücadele’ye karşı çıkıp, tarikat ve tekkeler eliyle padişahı savundukları için bilhassa yakılıp yıkılmaktan kurtulup, düşmandan himaye bile görmüştü.

Lâkin vatanın geri kalan her yerinde acı, gözyaşı ve ümitsizlik vardı.

Daha Çanakkale Şehitleri’nin yürek dağlayan izleri öylece duruyordu.

İşte tam o günlerdi; yani o zifiri karanlığın bütün afakı kuşattığı çok zor zamanlardı…

Erzurum halkı henüz kanamakta olan yarasına bir avuç çamur basıp, sızlayan yüreğine sitem ederek ayağa kalktı.

“Bugün” dedi. “Bugün matem günü değil, bugün oturup ağlaşma günü değil, bugün ‘zulüm görmek demek ki bizim kaderimiz, o halde payımıza düşene rıza gösterelim’ deme günü değil… Bugün; bir milletin yeniden kendi mukadderatını tayin etmek için kıyam etme günüdür.”

Uzaktan silah kuşanmış at sırtında düzenli bir birliği gören Mustafa Kemal Paşa, yaverine dönerek,“Çocuk, demek ki buraya kadarmış” demişti.

Her insan gibi O da etten ve kemiktendi, her insan gibi O’nun da korkuları ve cesareti vardı.

Fakat O’nun umutları korkularını korkutacak kadar cesurdu…

Buna rağmen korkmuştu. Kendileri birkaç kişiydi, karşılarında düzenli bir ordu vardı.

Yaklaştılar, yaklaştılar…

Ilıca’nın düzünde zaman durmuş,soluklar donmuştu…

İstanbul’dan gelen o “bir avuç inanmış adam” için mahzun ve yaralı şehrin öfke kusan rüzgarı, ölüm fermanı gibi usul usul ama keskin bir bıçak gibi biçiyordu…

İyice yakınlaştılar, artık ne olacaksa olacaktı…

Ne Paşa ve yol arkadaşları, ne de karşısındaki düzenli birlik geri adım atmadı.

Tarihin dönüm noktası işte tam da burada, yani Ilıca’nın düzünde şekilleniyordu.

Elindeki tutuklama emrine rağmen,Kazım Karabekir Paşa iki adım öne çıkıp o mübarek selamını çaktı ve bugün bile tarihin en anlamlı sayfalarında çınlayan haykırışıyla tekmil verdi:

“Ben ve Kolordum emrindeyiz Paşam”

Bu tekmil, Mustafa Kemal Paşa ve yanındaki o bir avuç insan için adeta analarından yeniden doğdukları bir andı,fakat daha da önemlisi o tekmil, öyle bir esaslı tekmildi ki, asıl o gün yaralı ve yorgun bir milletin Anka kuşu gibi yeniden kendi küllerinden dirileceğinin muştusuydu.

Cebinde, işgal altındaki Saray’dan gönderilen, “…Mustafa Kemal ve yanındakiler görünür görünmez derdest  edilip mevcutlu olarak İstanbul’a gönderilsin” emrinin yer aldığı telgraf olmasına rağmen ihanet-i vataniye suçunu ve de akabinde gelecek olan ölüm cezasını hiçe  sayarak, “Ben ve Kolordum emrindeyiz Paşam” diyebilmek, tarihteki Çanakkale ruhunun yaşadığını göstermekle beraber geleceğe dönük olarak da, 15 Temmuz’da tankların altına yatarak darbeci hainlere karşı ölüme koşan yiğitlerin habercisi gibiydi…

Mustafa Kemal Paşa, 52 gününü geçirdiği Erzurum’da elbetteki boş durmayacaktı ve 30 Ağustos’a giden yolun taşlarını Anadolu’nun damında döşeyecekti.

Nazım’ın ifadesiyle on dört gün süren Kongre’nin sonunda ise, tüm mazlum milletlere ilham olan kararlar çıktı.

İzmir’in dağlarında çiçekler açtıysa eğer, o çiçeklerin tohumları Palandöken’de toprağa gömülmüştü…

Yunan Ordusu arkasına bakmadan kaçıp, başkomutanı teslim olmuştuysa, unutmayın ki o stratejisinin arka planında, Erzurum kurmay karargâhı vardı…

Kendi yarasına tuz basıp vatanın tamamının kurtuluşu için 1919’da Erzurum’da bir heyet teşekkül etti…

Başlarında ölümüne ferman çıkarılmış bir kumandan ve o kumandana ölümüne sahip çıkmış bir Karapaşa vardı…

Ama en az bunlar kadar önemli bir şey vardı. O’nu da bize Nazım anlattı:

Erzurum'un kışı zorludur balam,tandırında tezek yakar Erzurum, buz tutar yiğitlerinin bıyığı ve geceleyin karlı ovada kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.

Erzurum'da kavaklar, balam,Erzurum'da kavaklar tane tane, kavaklarda tane tane yapraklar. Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez Erzurum'da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.

Erzurum'un düzdür, topraktır damı. Erzurum güzelleri giyer, balam, incecik ak yünden ehramı. Yürek boynun büker, balam, Erzurumlu türkülere. Halim selimdir Erzurum'un adamı ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...

Erzurum'da on dört gün sürdü Kongre : orda, mazlum milletlerden bahsedildi bütün mazlum milletlerden ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.

Orda, bir Şûrayı Millî'den bahsedildi, İradei Milliye’ye müstenit bir Şûrayı Millî'den. Buna rağmen,"Âsi gelmeyelim" diyenler vardı, "makamı hilâfet ve saltanata." Hattâ casuslar vardı içerde.

Buna rağmen, "Bütün aksâmı vatan birküldür" denildi. "Kabul olunmaz," denildi, "Manda ve Himaye..."

Buna rağmen, İstanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar, Türk halkından kesmişlerdi umudu. Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a : "Amerikan mandası altına girelim," diye. "İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma bugün bu,diyorlardı, mümkün değil, birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde, şu halde,diyorlardı, şu halde, Memâliki Osmaniye'nin cümlesine şâmil Amerikan mandaterliğini talep etmeği memleketimiz için en nâfi bir şekli hal kabul ediyoruz."

Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu. Erzurum'un kışı zorludur balam, buz tutar yiğitlerin bıyığı. Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam, kabullenmez yılgınlığı...

İstanbul'da hanımlar, beyler,paşalar, tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,

çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri ve biçare telgraf telleri devretmek için Amerika'ya Anadolu'yu şöyle diyorlardı Erzurum'dakilere : "Bizi bir başımıza bıraksalar, tarafgirlik,cehalet ve çok konuşmaktan başka müspet bir hayat kuramayız. İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor. Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika. Ne olacak, Biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz, sonra Yeni Dünya'nın sayesinde İstiklâli kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye vücuda geliverir. Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına nasıl bir idare kurduğunu Avrupa'ya göstermek ister. Hem artık işi uzatmağa gelmez. Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz. Sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir : Türkiye'yi,geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir."

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.