Tamam; kimsenin oyu kimsenin cebinde değil ama herkes de biliyor ki bazı yapılarda, (cemaat, tarikat ve ideolojik örgütler) müntesipler veya taraftarlar, yukarıdan gelen talimat doğrultusunda oy kullanılır.
Siyaset literatürüne “liderimin yanlışı benim doğrumdur” şeklinde geçen bu anlayış, siyaset-toplum ilişkisinde sağlıksız yapıların doğmasına yol açıyor.
Seçim öncesi şu türden haberlere sıkça rastlanmaktadır:
“Falanca cemaat, filanca partiyi destekliyor”
Hal böyle olunca, parti patronları da bireyleri ikna etmek ya da kitlelerin gönlünü kazanmak yerine, o kişiler adına konuşan yapıların tepe adamlarıyla pazarlık eder.
“Şu kadar oy’a şu kadar vekil!”
Demokrasilerde legal yollardan örgütlenmiş yapılar, siyaset üzerinde baskı unsuru oldukları için yaptırım sahibidirler. Dolayısıyla Batı’da gerçek anlamda sivil toplum kuruluşları vardır ve o kuruluşlar mensuplarına asla “çantadaki keklik” nazarıyla bakamaz. Çünkü birey bilinçlidir. Bu sebeple kendi iradesine kimsenin ipotek koymasına rıza göstermez.
Ne yazık ki bizdeki durum tam olarak böyle değil.
Misal; Güneydoğu’da oyların rengini büyük oranda ya terör örgütü belirliyor ya da feodal yapı…
Kırsalda ise, bambaşka faktörler etkili olabiliyor.
Şehirlerde durum kısmen iyidir. Geniş kitlelerin oy tercihini ya parti lideri, ya partinin savunduğu politikalar, ya da adayların profili belirliyor. Bununla beraber tali derecede de olsa sair (cemaat, tarikat ve ideoloji) sebepler de tayin edici olabiliyor.
Malumunuz 17 Aralık’ta ki “yargı darbesi girişimi”nden sonra, cevabı aranan soruların başında şu geliyor:
“Cemaat kime oy verecek?”
Şu ana kadar cemaat adına biri çıkıp, “biz falanca partiye oy vereceğiz” demedi ama artık herkes biliyor ki, AK Parti’den uzaklaşacak o oylara CHP talip…
Her ne kadar bu oyların toplamın yüzde kaçına tekabül ettiği tam olarak bilinmiyorsa da, CHP ciddi bir yekun olduğunu düşünüyor olacak ki, özellikle İstanbul ve Ankara’da açık tavır takındı.
Bu da son derece normal bir durumdur.
MHP ise, mesafeli bir duruş sergiliyor.
Peki Erzurum gibi daha muhafazakar ve geleneksel yapıya sahip şehirlerde durum ne olur?
Misal; cemaat blok halinde AK Parti’nin karşısında yer alırsa, AK Parti’nin seçim kaybetme ihtimali olur mu?
Olmaz…
Çünkü cemaat oy deposu değil.
Kabul; devlet yapısında çok güçlüler; sonuçlarını işte hep beraber görmekteyiz, ama seçmen bazında sayısal üstünlükleri bulunmuyor.
Bu illa da bir cemaat için de geçerli değil, başka yapılar da aynı kapsamda.
Şayet seçim gününe kadar çok majör bir durum vücuda getirilmez ise, AK Parti Erzurum’da seçimi uzak ara kazanacaktır.
2002’den buyana ülke genelinde olduğu gibi bu şehirde üç genel, iki yerel seçim ve bir de referandum oldu.
Sonuçlar ortada.
AK Parti her girdiği seçimde, bir önceki seçime göre daha fazla oy almış.
30 Mart seçimleri, AK Parti’nin iktidarda girdiği üçüncü yerel seçim olacak.
Bazı kesimler, “artık hiçbir şey dünkü gibi olmayacak” derken 17 Aralık’a işaret ediyor. Oysa 17 Aralık, Erzurum’da büyük oranda AK Parti’nin karşı karşıya kaldığı bir mağduriyet şeklinde algılanıyor.
Bu sebeple cemaatin Erzurum’da seçmene, “AK Parti’ye oy vermeyin” diye sesleneceğini düşünmüyorum. Çünkü o seslenişin sonuca tesir etmeyeceğini biliyorlar.
“Peki cemaat AK Parti’ye mi oy verir?”
“Evet” ya da “Hayır” demeden önce ana yapıya bakmamız lazım.
Çünkü cemaat yekpare bir yapıdan oluşmuyor ki...
Misal:
Cemaatin içinde, potansiyeli fazla olmamakla birlikte AK Parti’ye karşı çok sert pozisyon almış belli bir kesim var. Onlar da zaten 17 Aralık’tan beri sürekli sayıp duruyorlar.
Bir de “sempatizan” düzeyinde çok daha geniş bir kesim var. O kesimin içinde, bu olup bitenlerden dolayı AK Parti’yi haklı bulanlar da var, cemaate yanlış yapıldı diyenler de…
Hetorijen bir duruş yok yani…
Fakat beri yanda hala AK Parti’den yana tavrını değiştirmemiş çok büyük bir çoğunluk var ki, zaten seçimin sonucunu da işte o çoğunluk belirliyor.
Bu da, AK Parti’nin elini büsbütün güçlendiriyor.
Tayyip Bey’in “illa da sandık” demesi de işte bu gerçeğin ifadesidir.