GENEL Haber Girişi : 03 Aralık 2018 09:46

DEDE KORKUT COĞRAFYASINDA PASİNLER VE BAYBURT

DEDE KORKUT COĞRAFYASINDA PASİNLER VE BAYBURT
28 Kasım 2018 tarihinde UNESCO Dede Korkut’u “Dünya Somut Olmayan Kültür Mirası Temsili Listesine” aldı. Bu ülkemiz bakımından son derce sevindirici bir gelişmedir.

Dede Korkut Kitabı üzerine yüzlerce araştırma yapılmıştır. Kitabı en iyi tanımlayan, Türk edebiyatının büyük araştırmacısı Prof. Dr. Fuat köprülü olmuştur.  Köprülü der ki: “Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut Kitabı’nı bir gözüne koyarsanız, Dede Korkut ağır basar.” UNESCO’nun bu kararı almasında emeği geçenlere içten teşekkür ve tebriklerimi sunuyorum.

XI-XII. asırlarda “Orta-Asya’dan Kafkaslara, Irak’a ve Avrupa’ya geçen Oğuz Boyları arasında gelişen Türk edebiyatının en güzel destanî verimlerinden biri Dede Korkut Hikâyeleri’dir. Yeni yurtlarda yeni vak’alar ve yeni coğrafyalarla birleşen bu hikâyeler, XV. asrın başlarında meçhul bir sanatkâr tarafından yazıya geçirilmiştir.”[1] Bir takım İslâmî unsurlar almış olmakla birlikte “Dede Korkut Kitabı, Oğuzlardan bize ulaşan tek destan metnidir.”[2] Dede Korkut tarafından Oğuznâme adı verilen eser, “Konusu, ruhu ve bütün vasıflarıyla Türklere aittir. Bu millî ve orijinal vasfı yanında; evsafı ve müellifi bakımından umumî destan tasnifi içinde de benzerleri ve belli bir yeri vardır[3]

Dede Korkut Hikâyeleri fetih yıllarından beri Anadolu’nun doğusunda yaşayan Oğuz Türklerinin Gürcüler, Abazalar ve Trabzon Rumları ile yaptıkları savaşları anlatırken, eski Türk mitolojisinden hatıralar taşır ve Oğuzların kendi iç mücadelelerini de hikâye eder. Hikâyelerin özü ve temel konuları, Oğuz Türklerinin eski destanlarından alınmıştır. Bu destan hatıraları zamanla yeni coğrafyalarda, yeni tarihî olaylarla birleşerek yeni hikâyeler oluşturmuşlardır. Bu nedenle Dede Korkut Hikâyeleri, bazen hikâye, bazen masal, daha çok da destan özellikleri göstermektedirler.

Dede Korkut Kitabı’nın iki nüshasından birincisi, Kitab-ı Dedem Korkut Âlâ Lisan-ı Taifei Oğuzan  adıyla bilinir. Alman Von Diez tarafından (1815) bulunmuştur. Almanya’da Dresten kitaplığındadır. İçerisinde 12 hikâye vardır. İkinci nüsha İtalya’dadır. Hikâye-i Oğuznâme-i Kazan Bey ve Gayu adını taşır, Ettoro Rossi tarafından (1952) bulunmuştur. İtalya’da Vatikan Sarayı’ı kitaplığındadır. İçerisinde bir faksimile (giriş) ve 6 hikâye bulunmaktadır.

 “Gerçekten Dede Korkut Kitabı Türk edebiyatının en büyük âbidelerinin ve Türk dilinin en güzel eserlerinin başında gelir.”[4]

Dede Korkut Kitabı’nın çok usta bir yazar tarafından XV. asır başlarında yazıya geçirildiği pek çok araştırmacı tarafından dile getirilmiştir. Hikâyelerin teşekkül, telif, yer ve zamanı en çok tartışılan konudur. Teşekkülü, Türklerin Anadolu’ya geliş dönemlerine rastlar. Çeşitli kaynaklarda teşekkül ettiği yer olarak Amasya ve Kars havzasını içine alan Doğu Anadolu Bölgesi gösterilmektedir.

 

 

 

 HİKÂYELERİN KONUSU

Dede Korkut Kitabı,  Türklerinin özünü teşkil eden Oğuz Türklerinin hayatını anlatır. Türklerin en önemli millî destanlarından birisidir. Millî destanın ilk vasfı, müellifinin millet olmasıdır. Bu bakımdan Dede Korkut Kitabı’nın konusu, Türk Milletinin ortak zevk, değer ve yaşam biçimidir.

 Dede Korkut Kitabı’ndaki 12 hikâyeden sekizinde, güney ve kuzeydeki düşmanlarla mücadele izleri vardır. Bir tanesinde canavarlarla mücadele, birinde kardeş için savaş, birinde Azrail ile mücadele, geriye kalan birinde de Oğuzların iç mücadeleleri anlatılır. Hikâyelerin hepsinde tehlikeli bir durum ortaya çıkınca kahraman mutlaka galip gelir.

Hikâyelerde konular müstakil görülmesine rağmen, birçok özellikleri bakımından bir bütün olarak ortaya çıkar. Bir hikâyede geçen olaylar diğerlerinde de geçebilir. Fakat bu hiçbir zaman okuyucuyu rahatsız etmez.

 HİKÂYELERİN DİL VE ÜSLÛP ÖZELLİKLERİ

Dede Korkut Hikâyeleri, Türk halk dilinin güzel eserler verebileceğini meydana koyan değerli kaynaktır. Bu dildeki güzellik bazen tek kelimeye kadar inen kısa vecize değeri, atasözü hatırası taşıyan cümlelerle sağlanmıştır.[5]

Hikâyelerde manzum ve mensur kısımlar bir arada kullanılmıştır. Hitap ve konuşmalar manzum kısımlardadır. Nesir kısımları bugünkü halk hikâyeleri nesrinden farksızdır. Tekrarlar ve çeşitli edebî sanatlar vardır. Nesir kısımları ahenk ve üslup bakımından manzum kısımlardan ayırmak güçtür. Tabiat tasvirleri çoktur. Tabiat ölü bir tabiat değildir. Cansızlar canlı hale getirilmiştir.

Manzum kısımlarda, aliterasyonlarla ahenk sağlanır. Fikir ve duygular ölçü bakımında değil, bugünkü serbest şiirde olduğu gibi, serbestçe ifade edilmiştir. Ölçülü olan şiirlerin mısraları; 4+4+4, 4+4+3, 4+3 veya 4+4 ölçüsüyle söylenmiştir.

 HİKÂYELERDE SOSYAL YAPI

Kahramanların dünya görüşü, olayların geçtiği yerleri kapsar. Hikâyelerde birliği sağlayan esas unsur sosyal tablodur. Bir Han etrafında toplanan derebeylik teşkilatı vardır. Bu Han’a bağlı beylerin de kendilerine bağlı kuvvetleri (orduları) vardır. Bütün hikâyelerde bu düzen tekrar edilir. Hikâye kahramanlarından;

Bayındır Han: Hikâyede daima kendisini göstermektedir. Fakat bu görünüş ikinci plândadır. Daha ziyade kendisine bağlı beylere ve kahramanlara mücadele ortamı hazırlar. Senede bir verdiği şenlikte kendini ön plâna çıkarır.

Kazan Bey: Hikâyelerin başkahramanıdır. 12 hikâyede de olaylar Kazan Bey’in başından geçer.

Hikâyelerin asıl Kahramanları: Kanglı Koca Oğlu Kanturalı, Bamsı Beyrek, Deli Dumrul, Deli Karçar gibi güzünü budaktan kaçınmayan tiplerdir. Hikâyelerde yer alan kadınlar da çoğu kez bu tipe uygundur.

Hikâyelerde Sadece Adı Geçen Kahramanlar: Bunların hikâyelerde sadece adı geçmekte, her hangi bir mücadeleye karışmamaktadırlar.

Dede Korkut Kitabı’nın kahramanları olan Oğuz Türkleri Müslüman’dır. Ahlâk son derece sağlamdır. Namus için seve seve ölürler. Aile bağı çok kuvvetlidir. Bu bağ, aşktan ziyade, ana-baba, eş ve evlât sevgisi üzerine kurulmuştur. Göçebe hayat yaşarlar, genellikle mal varlıkları olarak at, deve, koyun, sığır gibi canlı hayvanları görmekteyiz. 

Yukarıda sıraladığımız bu temel unsurlar, hikâyelerdeki birliği sağlamaktadır.

 HİKÂYELERİN SANATSAL DEĞERİ

Dede Korkut hikâyelerinde, kahraman, savaşçı, ahlâkçı ve sanatsever bir milletin ruh hali vardır. Türk milletinin erkeği, kadını ve çocukları ile millî ahlâkî ülküler uğrunda çarpışan sağlam kişiliği bu hikâyelerde çok iyi anlatılmıştır. Teke tek dövüşlerde; kolca kopuz çalarak kahramanlık türküleri söyleyen yiğitler, savaşlarda da arkadaşlarına saz çaldırıp kahramanlık türküleri söyletirler. Bu da Türk sanat hayatında musikî ve şiirin önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.

Yurtlarının coğrafî talihine uyarak daha çok göçebe bir hayat yaşadıkları için zengin bir çadır medeniyeti kuran bu toplumun, çok gösterişli göçer evleri, bazen göçer saray haline getirilmiş güzel çadırları vardı. Hikâyelerde, bu çadırlarla ilgili geniş bilgilere rastlamaktayız. Bölük bölük odaları, ışıklı ipek sayvanları, altın başlı direkleriyle bu çadırlar, Türk ailelerinin yaşadıkları yuvalardır.

Hikâyelerden anlaşıldığı üzere; erkekler de çok kere kadınlar gibi güzel ipekli kumaşlardan yapılmış süslü, işlenmiş elbiseler giymektedirler. Çelikten yapılmış silahlarının altın, gümüş, mücevher işlemeli kabzaları vardır. Elbiseler üzerinde başta kuş olmak üzere çeşitli hayvan motifleri özenle nakışlandığı görülmektedir.

Tabiat güzelliklerinden ve varlıklarından yararlanmada o kadar ileri gidiliyor ki, yaralananlar; dağ çiçeği ve anne sütünün karışımından yapılmış merhemle tedavi ediliyor. [6]

 HİKÂYELERİN ÖNEMİ

Dede Korkut hikâyeleri, türlü yönlerden önem taşır. Bunlar Türk’ün ruhundan çıkmış, Türk’ün öz benliğini yansıtmıştır. İnsan sevgisi, arkadaş sevgisi, ana-baba sevgisi, eş sevgisi, kardeş sevgisi bütün hikâyelerde ana tema olarak kendini hissettirmektedir. Aile bağı kuvvetlidir. Kadınlar, fedakârlıkta ve yiğitlikte erkeklerden geri değildir. Yeri geldiğinde ailede en büyük söz sahibidir.[7]

Dede Korkut’ta başka edebiyatlardan alınma yer yoktur. Kök kubbenin altında çayırların, çimenlerin sıralandığı hür tabiat tablosu vardır.
Türkçe’nin kendi kelimeleri, kendi deyimleri ve kendi hikâye üslûbu ile çok güzel eserler verebileceğinin en güzel örneği Dede Korkut Kitabı’dır.

           

             DEDE KORKUT COĞRAFYASINDA PASİNLER VE BAYBURT

 

            Dede Korkut Hikâyeleri, fetih yıllarından beri, Doğu Anadolu’nun doğusunda yaşayan Oğuz Türklerinin Gürcüler, Abazalar.  Ve Trabzon yöresindeki Rumlarla yaptıkları savaşları anlatırken, Türk Mitolojisi’nden de derin izler taşırlar. Hikâyelerin özü ve temel konuları Türk hayat tarzını ortaya koymaktadır.

             Dede Korkut Kitabı’nda bulunan 12 hikâyeden masal unsurlarından en çok arınmış olanı Pasinler ve Bayburt’u içine alan çevrede teşekkül eden Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Hikâyesi’dir. Bu hikâye destan hikâyeciliğe geçişin ilk örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Hikâyede geçen yer isimlerinden, Doğu Anadolu Bölgesi’nin Pasinler ve Bayburt havzasını içine alan kısmında geçtiği anlaşılmaktadır. Dede Korkut Kitabı’nda bulunan diğer 11 hikâyede olduğu gibi Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Hikâyesi de Anadolu’nun bir Türk yurdu oluşunun tapusu niteliğindedir.

            Bayburt ilimizin son derece duyarlı ve çalışkan evlatlarının Dede Korkut’a sahip sıkıp her yıl düzenlenen törenlerle anmış olmaları takdire değer bir davranıştır. Bu özverili çalışmalarından dolayı kendilerine ne kadar teşekkür edilse azdır. Ne var ki hikâyede geçen olayların önemli bir bölümünün Pasin ovası ve çevresinde gerçekleştiği görülmektedir. Hatta Bamsı Beyrek’e ad verilmesi, Banı Çiçek’le tanışması, nişanlanması, Bayburt kalesinde yaşayan kâfirler tarafından kaçırılması, Pasin Ovası’nın güney doğusunda bulunan Avnik kalesi civarında gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu nedenle Bayburt’ta yapılan anma törenlerinin alan ve kapsamının genişletilmesi, aynı duyarlılığı Pasinler’de yaşayan vatandaşlarımızın da göstermesi gerekir. Pasinliler bu konudaki hak ve sorumluluklarını gözden uzak tutmamalılardır.  

            Hikâyede, Avnik kalesi civarında Bamsı Beyrek’e ad verilmesi olayı şöyle dile getirilmektedir: “Pay Püre’nin oğlu beş yaşına girdi. Beş yaşından on yaşına girdi. On yaşından on beş yaşına girdi. Dönüp baksa çalımlı, kartal hünerli bir güzel iyi yiğit oldu.           0 zaman bir oğlan baş kesmezse kan dökmezse ad koymazlardı. Pay Püre Bey’in oğlu atlandı, ava çıktı. Av avlarken babasının tavlası üzerine geldi. Tavlacı başı karşıladı, indirdi, misafir etti. Yiyip içip oturuyorlardı. Beri yandan da bezirgânlar gelerek Kara Derbent ağzına konmuşlardı. Murada maksuda erişmesin, Evnük kalesinin kâfirleri Bunları casusladılar.

            Bezirgânlar yatarken ansızın beş yüz kâfir saldırdılar, vurdular, yağmaladılar. Bezirgânın büyüyü tutuldu. Küçük kaçarak Oğuz’a geldi. Baktı gördü Oğuz’un hududunda bir alaca gölgelik dikilmiş, bir bey oğlu güzel yiğit sağında solunda kırk yiğit ile oturuyorlar. Bezirgân; “Yürüyeyim medet dileyeyim” dedi.

            Bezirgân der: “Yiğit yiğit bey yiğit. Sen benim ünümü anla sözümü dinle. On altı yıldır ki oğuz içinden gitmiştik. Fevkalade kâfir malını Oğuz beylerine getiriyorduk. Pasın’ın Kara Derbent ağzına göğüs vermiştik(tırmanıyorduk). Evnük kalesinin beş yüz kâfiri üzerimize saldırdı. Kardeşim esir oldu. Malımızı rızkımızı yağmaladılar, geri döndüler. Karabaşımı kaldırdım sana geldim. Karabaşının sadakası yiğit medet bana” dedi.

            Bu defa oğlan şarap içerken içmez oldu. Altın kadehini elinden yere çaldı. Der: “Ne diyorsam yetiştirin. Giyimim ile benim koç atımı getirin hey! Beni seven yiğitler binsinler.”

            Kâfir de inerek bir yerde akçe bölüşmekteydi. Bu sırada yiğitler meydanının aslanı, pehlivanların kaplanı boz oğlan yetişti. Bir iki demedi, kâfirlere kılıç vurdu, başkaldıran kâfirleri öldürdü, gaza eyledi, bezirgânların malını kurtardı.

            Bezirgân der: “Bey yiğit bize sen erlik işledin, gel şimdi beğendiğin maldan al” dedi, yiğidin gözü bir deniz tayı boz aygırı tuttu. Bir de altı kanatlı gürzü, bir de ak kirişli yayı tuttu. Bu üçünü beğendi. Der: “Bre bezirgânlar, bu aygırı, bu yayı ve bu gürzü bana verin” dedi. Böyle deyince bezirgânlar bozuldu. Yiğit der: “Bre bezirgânlar çok mu istedim.” Dedi. Bezirgânlar dediler: “Niye çok olsun. Amma bizim bir beyimizin oğlu vardır. Bu üç şeyi ona armağan götürmemiz gerek idi.” Dediler. Oğlan der: “Bre beyinizin oğlu kimdir?” Dediler: “Pay Püre’nin oğlu vardır.  Adına Bamsı derler” dediler. Onun Pay Püre’nin oğlu olduğunu bilemediler. Yiğit parmağını ısırdı. Der: “burada minnetle almaktansa orada babamın yanında minnetsiz almak daha iyidir.” Dedi. Atını kamçıladı, yola girdi. Bezirgânlar ardından baka kaldılar. “Vallahi güzel yiğit, faziletli yiğit” dediler.

            Boz oğlan babasının evine geldi. Babası sevindi. Çadır, otağ, alaca gölgelik diktirdi, İpek halıcıklar serdi, geçti oturdu. Oğlunu sağ yanına aldı. Oğlan bezirgânlar hususunda bir şey söylemedi, kâfirleri öldürdüğünden bahsetmedi.

            Birdenbire bezirgânlar geldiler, bay indirip selâm verdiler. Gördüler ki o yiğit baş kesmiştir, kan dökmüştür, Pay Püre Bey’in sağında oturuyor. Bezirgânlar yürüdüler yiğidin elini öptüler. Bunlar böyle edince Bay Püre Bey’in hiddeti tuttu, bezirgânlara der: “Bre kavat oğlu kavatlar, baba dururken oğul elini mi öperler? Dediler: “Han’ım bu yiğit senin oğlun mudur? “Evet, benim oğlumdur” dedi. Dediler: “Şimdi incinme önce onun elini öptüğümüze, eğer senin oğlun olmasaydı bizim malımız Gürcistan’da gitmişti. Hepimiz esir olmuştuk” dediler. Pay Püre Bey der: “Bre benim oğlum baş mı kesti, kan mı döktü?” Evet, baş kesti, kan döktü, adam devirdi” dediler. “Bre bu oğlana ad koyacak kadar var mıdır?” dedi. “Evet, sultanım fazladır.” Dediler.

            Pay Püre Bey, kudretli Oğuz beylerini çağırdı, misafir etti. Dedem Korkut geldi oğlana ad koydu. Der:

                                    Allah Taâla senin oğluna fırsat versin

                                    Sen oğlunu Basmam diye okşarsın

                                    Bunun adı Boz Aygırlı Bamsı Beyrek olsun

                                    Adını ben verdim, yaşını Allah versin    

                         

            Yukarıda anlatıldığı gibi, hikâyenin başkahramanı Bamsı Beyrek’e ad verilmesi töreni, Pasin’in Avnik kalesinde yaşayan kâfirlerin yok edilmesiyle gerçekleşiyor. Ad verilmesi töreninden sonra kahramanın ava çıkması, avlanma sırasında beşik kertme nişanlısı Banı Çiçek’le karşılaşması, karşılıklı ok atmaları, at yarıştırmaları, güreş tutmaları,  birbirlerini beğenip evlenmeye karar vermeleri, düğün törenlerinin yapılması, Bayburt kalesinde ikamet eden kâfirlerin Bamsı Beyrek’le Banu çiçeğin gerdeğe girdikleri çadırı basıp Bamsı Beyrek’i  Bayburt kalesine götürmek üzere esir almaları  Pasin civarında gerçekleşiyor.

            Hikâyede, Bayburt kales Bamsı Beyrek’in 16 yıl gibi uzun bir süre hapsedildiği yer olarak gösteriliyor. Bamsı Beyrek 16 yıl boyunca tutsak olduğu Bayburt kalesinde çok sıkıntılı günler geçiriyor.

            Hikâyede anlaşıldığına göre,;Türk töresinde erkek çocuklarına ad verilmesi 15-16 yaşlarında gerçekleştirildiği gibi, kaybolana veya kaçırılan kişilerin  ölmüş sayılmalarına da 16 yıl sonra karar veriliyor. Bamsı Beyrek’ten 16 yıl boyunca haber alınmayınca şöyle bir gelişme oluyor:

            0n altı yıl geçti Beyrek’in ölüsünü dirisini bilmediler. Bir gün kızın kardeşi Deli Karçar, Bayındır Han’ın divanına geldi. Dizini çöktü. Der: “Devletli Hanın ömrü uzun olsun, Beyrek sağ olsa 16 yıldan beri gelirdi. Bir yiğit olsa dirisi haberini getirse, sırmalı elbise, cübbe, altın akçe verirdim. Ölüsü haberini getirene kız kardeşimi verirdim” dedi. Böyle deyince, murada maksuda ermesin, Yalancı oğlu Yaltacuk der: “Ben varayım, ölüsü, dirisi haberini getireyim” dedi.

            Meğer Beyrek buna bir gömlek bağışlamıştı, giymezdi, saklardı. Vardı gömleği kana mana batırdı, Bayındır Han’ın önüne getirip bıraktı. Bayındır Han der: “Bire bu ne gömlektir?”  Yalancı Oğlu Yaltacuk der: Beyrek’i Kara Derbent’e öldürmüşler, işte delili sultanım.” Gömleği görünce beyler hüngür hüngür ağlaştılar, feryat figana giriştiler.

            Vardılar gömleği Banı çiçeğe ilettiler. Gördü tanıdı, odur dedi, çekti yakasını yırttı, acı tırnaklarıyla güz elması gibi al yanaklarını yırttı. Han Beyrek diye ağladı. Kudretli Oğuz Beyleri Beyrek’ten ümit kestiler. Yalancı Oğlu Yaltacuk küçük düğününü yaptı, büyük düğüne mühlet koydu.

            Beyrek’in babası Pay Püre Bey, bezirgânları çağırdı,  der: “Bre bezirgânlar, varın iklim iklim arayın. Beyrek’in ölü-diri haberini getirin” dedi.

            Bezirgânlar Bayburt kalesine gelince, kalede esir olarak bulunan Bamsı Beyrek’le tanışırlar. Beşik kertme nişanlısı Banı Çiçek’in Yalancı Oğlu Yaltacuk’la nişanlandığını yakında düğünlerinin olacağı haberini verirler. Bamsı Beyrek bir fırsatını bulup kaleden kaçar. Düğün törenine yetişir. Önce kendisini ozan olarak tanıtır. Daha sonra gerçek kimliği ortayla çıkar. Sonrası şöyle anlatılmaktadır:

            “Yalancı Oğlu Yaltacuk bunu işitti. Beyrek’in korkusundan kaçtı, kendisini Dana Sazı’na attı. Beyrek ardına düştü, kovalaya kovalaya saza düşürdü. Beyrek der: “Bre ateş getirin, getirdiler, sazı ateşe verdiler. Yaltacuk gördü ki yanıyor, sazdan çıktı Beyrek’in ayağına kapandı, kılıcı altından geçti. Beyrek de suçundan geçti. Kazan Bey, gel muradına eriş der. Beyrek: “Arkadaşlarımı çıkarmayınca, hisarı almayınca murada erişmem” dedi. Kazan Bey, Oğuzuna: “ beni seven binsin” dedi. 

            Beyrek’e ad verme törenleri gibi, düğün törenlerinin de Pasinler’in Avnik kalesi civarında yapıldığı görülmektedir. Yine parçada ifade edildiğine göre; Kudretli Oğuz beyleri Beyrek’in çağrısı üzerine atlanıp dörtnala Bayburt Hisarı’na yetişiyorlar. Buradaki kâfirlerle savaşıp otuz dokuz yiğidi kurtarıyorlar.

 

                                   SONUÇ

 

Dede Korkut Kitabı’nda bulunan 12 hikâyeden birisinde yaşanan olaylar, Pasinler ve Bayburt’u içine alan Doğu Anadolu bölgesinde geçmiştir. Bu hikâye bölgenin bir Türk yurdu olduğunun tapusudur. Dede Korkut Kitabı ile ilgili etkinliklerin sadece Bayburt’ta düzenlenmesi yeterli değildir. Bu etkinliklerin yörede yaygınlaştırılması, özellikle hikâyede geçen olayların Pasinler-Avnik kalesi ağırlıklı olması, Pasinler’in de bu konudaki hak ve sorumluluklarını yerine getirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu Dede Korkut ruhuna olan saygının bir ifadesi olacaktır.

 

 

KAYNAKÇA

 

Abdulkadir İnan, Türkoloji Ders Hülâsaları, İstanbul 1936..

Akyüz Kenan, Firdevsi Şehnâme’ye Önsöz, Çev: Necati Lügal, Ankara 1967

Arslan, Ensar, Çıldırlı Âşık Şenlik Hayatı- Şiirleri- Hikâyeleri,  Ankara 1975

Bali Muhan, Ercişli Emrah ve Selvihan Hikâyesi, Ankara 1973.

Bali, Muhan, Halk Edebiyatında Nesir,  Ankara 1982.

Banarlı, N.Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt: I, İstanbul 1971

Boratav, P. N., 100 Soruda Halk Edebiyatı, İst. 1969, .

Boratav P. N., Folklor ve Edebiyat II, İstanbul 1982,

Boratav, P. Naili, Köroğlu, Ankara 1931.

Boratav, P.Naili  , Köroğlu, İstanbul 1984,

Boratav, P.Naili, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Ankara 1946.

Davudova, Gülafet, 555 Tapmaca, Atatürk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayını, NO:4, Erzurum 1996 (Yayına Hazırlayan: Yard. Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz),

Devellioğlu, Ferit, Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Doğuş Matb. Ankara 1970,

Dr. Otto Spies, Türk Halk Kitapları, ( Çev: Behçet Gönül), İstanbul 1941)

Elçin, Şükrü, Halk Edebiyatına Giriş, Ankara 1981

Elçin, Şükrü, Kerem ile Aslı Hikâyesi, Ankara 1949.

Ergin ,Muharrem, Dede Korkut Kitabı. M E Basımevi, İstanbul 1969.

Ergin, Muharrem, Oğuz Kağan Destanı,  İstanbul 1970.

Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri, İki Emrah mı Var, İstanbul 1954.

Gökyay, Orhan Şaik, “Dede Korkut Hikâyeleri ve Önemi”, Türk Dili Dergisi, Sayı: 207, Aralık 1968.

Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı I, İstanbul 1968.

Kaplan ve Diğerleri, Köroğlu Destanı,  Erzurum 1973.

Kaplan, Mehmet, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar (3), İstanbul 1975.

Karadağ, Metin, Erzurum ve Çevresinden Derlenmiş Halk Hikâyeleri Üzerinde Araştırmalar, (Basılmamış Doktora Tezi ), Atatürk Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Erzurum 1984.

Köprülü, Fuat, Edebiyat Araştırmaları, T. Tarih Kurumu Yayını, Ankara  1968.

Köprülü, Fuat, Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi,  İstanbul 1930.

Köprülü, Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1981.

Kunos, İgnacz, Halk Edebiyatı Numuneleri,  Türkçe Ninniler,İstanbul 1925.

 Sezen, Lütfi,Halk Bilimi ve Derleme Metotları, Atatürk Üniversitesi  Yayınları, No: 797, Erzurum  1995. 

Sezen, Lütfi, Halk Edebiyatında Hamzanâmeler,  Kültür Bakanlığı Yayınaları, No: 1287, Ankara  1991.

Tecer, Ahmet Kudsi, Koçyiğit Köroğlu, İstanbul 1969. 

Türkmen, Fikret, Tahir  ile Hikâyesi Zühre Hikâyesi,  Ankara 1983.

Uraz, Murat, , Emrah ile Selvihan Hikâyesi, ist. 1937.

Yeni Türk Ansiklopedisi, Cilt: II, İstanbul, 1985.

 



* Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Emekli Öğretim Üyesi.

[1] Ergin, a.g.e. s.XIII.

[2] P. N.Boratav, 100 Soruda Halk Edebiyatı, İst. 1969, s. 53.

[3] P.Naili Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Ankara 1946, s.37.

[4] Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı. M E Basımevi, İstanbul 1969, s. IX.

[5] Nihat Sami Banarlı, Metinlerle Tür ve Batı Edebiyatı II,  İstanbul 1972.

[6] Banarlı, a.g.e.         s.

[7]  Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkut Hikâyeleri ve Önemi, Türk Dili Dergisi,  Sayı: 207, Aralık 1968.


Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.