Bir gün yazı yazmak isteseniz…
Söyleyemediklerinizi kağıda dökseniz…
Hayranlık, dostluk, şefkat ve aşk olsa konularınız…
Dünyanın en unutulmaz şiirlerini yazsanız…
En tatlı hatıralarınızı kaleme alsanız…
Acılarınızı da yazınıza meze yapsanız…
İlham alsanız tüm gördüklerinizden.
Eşyalardan mana çıkarsanız…
Halıdaki motiflerde görseniz mısralarınızı…
Duvardaki tabloda hissetseniz satırlarınızı…
Koyverseniz kendinizi dibini göremediğiniz derin bir boşluğa…
Ve yazsanız…
Bıkmadan, usanmadan karalasanız kağıtlarınızı…
Yırtmasanız, saklasanız bütün yazdıklarınızı…
Aylarınızı ve belki yıllarınızı makalelere, şiirlere adasanız…
Ve, bir gün bir sebeple nefret etseniz yazdıklarınızdan…
Küsseniz hayata ve yazdıklarınızın bir ‘’hiç’’ olduğunu anlasanız…
Kapılarınızı süngüleyip, pencerelere siyah perde assanız…
Evinize kapansanız…
Dışarı hiç çıkmasanız…
İçtiğiniz sigaranın adedini, çayınızın demini biraz daha artırsanız…
Ve bu halinizin nedenini düşünseniz…
Kendi evinizde mahpus olsanız ve böyle geçse bir kaç hafta…
Sonra, artık size sahipsiz görünen çalışma odanıza girip masanızın çekmecesini açsanız…
İçinde kalabalık ve kırışık bir yığın kağıt dolu bir dosya bulsanız…
Yıllardır aşkla ve muhabbetle andığınız insanların adları ve yazdığınız bütün makaleleriniz olsa orada…
Hatırlasanız o adları ve yazdığınız o anları…
Ne yaparsınız?
Ne hissedersiniz?
Tekrar düşünür müsünüz ilham aldığınız halılardaki motifleri?
Veya duvarda asılan ve hayal mahsülün olan tablodaki resimleri…
Hatırlamak ister misiniz?
Yoksa yazdıklarınız için hayıflanır mısınız?
Sizi bilmem ama ben hatırlamak isterim.
Ve hiç hayıflanmam.
Mesela el ele tutuşmuş sevgililerin caddede düşman çatlatırcasına ahenkli ve mutlu yürüyüşlerini düşünürüm.
Boğaza karşı bir çay bahçesinde oturan iki dostun höpürdeterek içtikleri kahvenin keyfini düşünürüm.
Hatta gecenin esrarını ve karanlık sokaklarda yapayalnız gezdiğim zamanlarımı bile düşünürüm.
Köşe başındaki küçük kız çocuğun gelen geçene mendil satmak için yakarışlarını ve soğuktan kararmış minik ellerini düşünürüm.
Şubat soğuğunda gece yarısı kaldırım taşları arasında sıkışan izmaritleri temizlemeye çalışan cefakar temizlik işçilerini ve yaşam için verdikleri mücadelelerini düşünürüm…
Kolsuz ve bacaksız bir bedensel engellinin helal kazanç adına çengelli iğne satmasını ve hayata bu haliyle dört elle tutunmasını düşünürüm.
Ekmek parası için tezgah kuran işportacıları ve onları kovalayan Belediye zabıtalarını düşünürüm.
Bütün bunları hatırlar ve düşünürüm …
Halime şükreder, benden aciz ve muhtaçlara destek olmak isterim.
Belki beceremem ama yardım etmek isterim.
Yaşamın kutsallığını ve insanın fıtratını düşünmek isterim.
Bunun için yazmak isterim; içimdekileri haykırmak isterim.
Ve sözle söyleyemediklerimi…
Mutluluğu, sevgiyi, aşkı yazmak isterim.
Süngülemem kapılarımı, pencereme beyaz tül takmak isterim.
Hayat acılarla dolu olsa da tatlı yönlerini görmek isterim.
Duyurmak isterim duymak isteyenlere bütün hissettiklerimi.
Ve yazılanların , söylenenlerin derin bir yara izi gibi silinip gidemeyeceğini bilmek isterim.
Bildirmek isterim…
Hatırlatmak isterim…
Beceremezsem de bir gün yine
Yeniden yazmak isterim…
Abdurrahman KARAL
Fikir ve Düşünceleriniz için [email protected]